Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkan Adayımız Fırat: “Kayyum politikası ne insani, ne ahlaki, ne İslami ne de demokratik”
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkan Adayımız Muhammed Sabır Fırat, verdiği röportajda gündeme ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.
Sabır'ın röportajından kesitler şu şekilde;
İlk olarak arkanızda bulunan afişte yazan sloganınızla başlayalım: “Jiyanekî Xweş Heqê Te Ye Amed”. Nedir bu sloganın anlamı ve neden bu sloganı seçtiniz?
Bu slogan Saadet Partimizin tüm Türkiye’de kullandığı bir slogan. Anlamı “Daha iyi bir yaşam senin hakkın Diyarbakır.” Biz bunu Diyarbakır’da seslendiriyoruz. Tabii bunun bir amacı, bir anlamı var. Diyarbakır maalesef siyaset arenası içerisinde epey yıpranmış ve yorulmuş bir şehir. Halkımız da bu durumu bu seçimlerde yoğun şekilde hissettiriyor. Biz de bu sebepten ötürü vatandaşlarımıza “Daha iyi bir yaşamı hak ediyorsunuz” ve “5 yıl daha kaybedecek bir belediyecilik anlayışını kaldıramayız” diyoruz.
-Avukatsınız. Hukuk alanında yüksek lisans yaptınız. Genç bir siyasetçisiniz. Aynı zamanda da hem Diyarbakır, hem Kürtler hem de İslami camia açısından önemli bir ismin, Şeyh Said’in torunusunuz. Bunlar sizin hakkınızda kamuoyuna yansıyanlar. Biz sizi sizden dinleyebilir ve tanıyabilir miyiz?
1991 yılında Erzurum’un Hınıs ilçesinde Şeyh Said Efendi’nin büyüdüğü, yaşadığı coğrafyada dünyaya geldim. Babam Erbakan hocanın kurduğu Refah Partisi’nden Erzurum milletvekili seçilmişti. Bu sebeple çocukluk hayatım Ankara’da geçti. Yaz ayları ise memlekette, coğrafyamızdaydık. İlkokul, lise ve üniversiteyi Ankara’da tamamladım. Daha sonra ise eski Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanımız Prof. Dr. Ahmet Bilgin hocanın danışmanlığında kamu hukuku alanında yüksek lisans çalışması yaptık. Çalışma konumuz ise Veda Hutbesi’nde insan haklarıydı. Yaklaşık 8-9 yıldır fiilen avukatlık mesleğini icra ediyor ve bir yandan da siyasette aktif bir rol oynuyorum. Özellikle bizim bölgemiz olan Diyarbakır, Erzurum, Bingöl, Muş ve Van coğrafyasında bire bir temaslarımız ve saha çalışmalarımız oluyor. Aynı zamanda 3 yıldır da Saadet Partisi’nde Genel İdare Kurulu üyesiyim.
“Şeyh Said’e mezar yapacağımı açıkladıktan sonra ‘dedem gibi idam edilmekle’ tehdit edildim”
-Şeyh Said’in torunu olarak seçim çalışmalarınıza dedenizin idam edildiği Dağkapı’daki Şeyh Said Meydanı’nda başladınız ve burada seçilmeniz halinde, Şeyh Said ve arkadaşlarının gömülü olduğu alana mezarlık yapacağınızı söylediniz. Bu vaadiniz Türkiye’de gündem oldu. Şeyh Said’in sizin için ve Diyarbakır için önemi nedir? Bu vaadinizi açıkladıktan sonra olumlu-olumsuz ne tür tepkiler aldınız?
Şeyh Said sadece bir ailenin ya da sadece bizlerin değil tüm milletimizin ve ümmetimizin bir lideri ve rehberidir. Bir yol gösterendir. Onun verdiği mücadele hem Kürtlere hem Müslümanlara bir ışık kaynağı olmuştur. Mücadelesi hak yol üzerineydi. Hem milleti hem dini için bir bedel ödedi ve bu bedelin karşılığında Allah’ın huzurunda bir mükafatı vardı ve o buna kavuştu.
Ancak bugün onun toplu mezar şeklinde saklanmış bir mezarı var. Bu saklanmış mezarı da Diyarbakır’ın merkezinde bulunmakta. Ancak sahipsiz durumda. Bize, ailesine, Diyarbakır halkına teslim edilmemekte.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin mezarlık yapma hakkı bulunmakta. Mezarlıkların tescilleri belediyelere aittir. 1947 yılında belediye kanunu çıktığında bu mezarlığın tescili yapılmadığından dolayı Milli Emlak’a teslim edilmiş durumdaydı bu alan. Bugün maalesef bu alan sahipsiz şekilde durmaktadır.
Geldiğimizde belediyenin tüm imkanlarını kullanarak buranın mezarlık tescilini yaparak şehitlerimizin ruhunu şad edeceğiz.
Bölge halkı ve Diyarbakır halkı bunu memnuniyetle karşıladı. “Eğer onun neslinden birisi bu şekilde hareket ediyorsa biz de onun yanında buluncağız” dediler. Biz de bu yüzden baba ve dede yurduna gelip bu mücadelemizi başlattık.
Türkiye geneline baktığımızda ise kutuplaşmanın had safhaya geldiğini görüyoruz. Belli partilerin, belli fikre sahip insanların taraftarları, sempatizanları bu açıklamamızı sert bir dille eleştirdiler. Sosyal medyada birçok kişi beni alenen tehdit ederek “deden gibi seni de idam edeceğiz” dedi. Halbuki toplum barışı için kanayan bir yaradır Şeyh Said ve arkadaşlarının mezar yeri konusu. Bu insani ve İslami bir haktır. BM’nin sözleşmelerine baktığımızda, Türkiye’deki yasalara baktığımızda ve Şeyh Said’in mahkemeye verdiği vasiyetine baktığımızda bu mezarlık hakkı tabi bir haktır.
Ben bunu belediye başkanı adayı olarak elimden gelen bütün kuvvetimle yerine getireceğimi Dağkapı’da, Şeyh Said Meydanı’nda ilan ettim ve sözümün arkasındayım. Bu bir vaat değil bir görevdir, asli görevdir. Bu görev sadece benim değil diğer büyükşehir belediye başkan adayları için de bir görevdir.
“Şu anda Saadet Partisi’nde bulunmamızın sebebi bu partinin görüşü ve duruşunun İslami ve insani değerler etrafında olmasıdır”
-Siz Saadet Partisi Diyarbakır adayı olarak hem Kürdi hem de İslami yönü ağır basan bir siyaset izliyorsunuz. Aslında bu ikisini ayrı ayrı temsil iddiasında bulunan başka partiler de var; DEM Parti, HÜDA PAR, Yeniden Refah gibi. Peki sizin Saadet Partisi’nde siyaset yapmanızın sebebi nedir? Saadet Partisi’nin bu partilerden farkı nedir?
Malumunuz her insanın bir milleti vardır ve bunu muhafaza etmek bir erdemdir. Biz de Kürt milletine mensubuz ve bu sebepten ötürü Kürdi olmamız ve bunları muhafaza etmemiz bizim için bir vecibedir.
Bunun haricinde bir de inancımız var. Elhamdülillah Müslüman olarak yaşıyoruz ve Müslüman olarak da hayatımızı idame ettirmeye çalışıyoruz. Bu iki potayı birleştirip bir düşünce anlayışı olarak düşünüyoruz.
Bir milletle bir inancı bugünkü dünyada ve Türkiye’de maalesef karşılaştırıyorlar. Bir milliyetçilikle bir dini inancı yan yana getirmek kadar aslında yanlış bir şey yok. Sen bir Kürt olarak, bir Müslüman olarak ayrı ayrı insanlar değilsin. Şu anda Z kuşağı dediğimiz kuşak da buna karşı. Ben bir insanım, bir bireyim.
Niçin Saadet Partisi sorusuna gelecek olursak… Erbakan hocanın babası Sadi Erbakan, Erzurum’da Şeyh Said Efendi’nin sohbetlerinde olurmuş. Erzurum’da Şeyh Said Efendi’ye yardım ettiği için Sinop’a sürülmüş. Ailemizin buradan gelen bir aidiyeti, bir bağı vardı Saadet Partisi geleneği ve Erbakan hoca ile.
Daha sonra Erbakan hoca 1966 yılında Elazığ’a gelip dedem Şeyh Said Efendi’nin büyük oğlu Şeyh Ali Rıza Efendi’yi ziyaret ediyor. Bu vesileyle Erbakan hoca siyaset arenasına başladığında aslında ailemizin büyükleri Erbakan hoca ile birlikte ve onun görüşüyle birlikte ortak bir yol ile hareket ediyorlar. Çünkü Erbakan’ın benimsemiş olduğu fikirler ile Şeyh Said’in oğulları ve torunları olarak benim ailemin benimsediği fikirler arasında bir tezatlık yok. Önce ahlak ve maneviyat diyor, şuurlu bir insan anlayışı diyor, Kürt meselesinde de bizim savunduğumuz değerlerimizi muhafaza edip onlara saygı duyuyor. Gerekli platformlarda da bunu dile getiriyor.
1994 yılında Erbakan hocanın meşhur Bingöl konuşması vardır. Orada der ki “Sen ‘Ne mutlu Türküm diyene’ dersen ben de ‘Ne mutlu Kürdüm diyene’ derim.” Hatta bu söylemi yüzünden 1 yıl hapis cezası da aldı. Tabii 1990’lı yıllarla şimdiler arasında epey bir fark var. O zamanlar daha sert bir yönetim anlayışı var. Şu anda ise daha farklı bir görüş var.
Şu anda Saadet Partisi’nde bulunmamızın sebebi bu partinin görüşü ve duruşunun İslami ve insani değerler etrafında olmasıdır.
“Biz iktidar partisinin adayı gibi kayyum politikasını çok benimsemiyoruz demiyoruz, biz kayyum politikasına tamamen karşıyız”
-Diyarbakır ve Kürt illerinde iki dönemdir kayyum uygulaması var. Kentin en önemli konusu da bu. Siz iktidarın kayyum politikasını destekliyor musunuz yoksa karşı mısınız?
Ben iktidar partisinin buradaki adayı (Halis Bilden) gibi “Çok benimsediğim bir yöntem değil” demiyorum kayyumlar için. Demek ki kendisi az da olsa benimsiyor. Ama biz tamamen karşıyız. Bu bir zulümdür, bu bir hakarettir. Halkın oylarıyla seçilen bir başkanı görevden almak oradaki tüm halka hakarettir ve edep dışı bir durumdur.
“Kayyum politikası ne insanı, ne ahlaki, ne İslami ne de demokratik”
Bugün seçilmiş bir belediye başkanı cezaevinde yatıyor. Herhangi bir suçu varsa seçime sokmazsın. Seçime sokuyorsun, kazandırıyorsun, sonra da gelip kazanılan başkanlığa el atıyorsun. Bu kabul edilebilecek bir husus değil. Ne insani, ne ahlaki, ne İslami ne de demokratik bir şey. Savunulabilecek bir şey değil. Kim savunuyorsa da yanlış yapıyor. Biz bunun tamamen karşısındayız.
Takip ettiyseniz eğer biz TBMM’de Saadet Partisi Grubu olarak da bunu yüksek sesle söylüyoruz. Grup başkanvekilimiz de Edirne Cezaevi’ne gidip ziyaretlerde bulundu.
Kayyum politikasını da, kayyumun yapmış olduklarını da benimsemiyoruz ki zaten halka yönelik de herhangi bir hizmeti bulunmamakta bu kayyumların.
“Eğer sen Diyarbakır ortasında ‘Ser seran ser çawan’ diyebiliyorsan aynısını TBMM’de de, Ankara’da da diyebilmen gerekir”
-AK Parti’nin adayı Halis Bilden’in Serbestiyet’e verdiği röportaja atıfla bir cevap verdiniz. Ben size kendisinin başka bir açıklamasını sormak istiyorum. Bilden Kürtçe’nin önündeki engellerin kalktığını, kendisinin de Kürtçe propaganda yaptığını ve AK Parti’den önce bunu yapmanın cezasının hapis olduğunu söyledi. Siz de Diyarbakır’da Kürtçe propaganda yapan bir aday olarak bu görüşe katılıyor musunuz?
Ben Kürtçe propaganda yapmıyorum. Benim anadilim Kürtçe. Ben halkımın içerisinde Kürtçe konuşuyorum. Seçim döneminden seçim dönemine Kürtçe konuşmuyorum.
1990’lı yıllarda babam Abdulillah Fırat ve amcam Fuat Fırat hem seçim meydanlarında hem de insanların içerisinde Kürtçe konuşuyorlardı. Bunların sesli, görüntülü kayıtları var. Herhangi bir cezası dahi olsa bunu yapıyorlardı cesur şekilde.
Biz sadece özgür olduğunda değil, yasaklar olduğunda da Kürtçe propaganda yapıyorduk, konuşuyorduk. Sadece serbest olduğunda “Ser seran ser çawan” demiyorduk. Arada böyle bir fark var. Samimiyet burada ortaya çıkar.
Eğer sen Diyarbakır ortasında “Ser seran ser çawan” diyebiliyorsan aynısını TBMM’de de, Ankara’da da diyebilmen gerekir.
“Kürtçe hala serbest ve özgür değil”
Ben avukat olarak, hukukçu olarak Kürtçe’nin hala serbest ve özgür olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Siz mahkemede “Ben Kürdüm, Kürdistan’dan bahsediyorum” dediğinizde bir cezai yaptırımla karşılaşıyorsunuz ve terör örgütü propagandası yapmakla suçlanıyorsunuz. Ne alakası var Kürdistan ile terörün? Bu bir bölge ismi, bir coğrafya ismi. Kürtlerin yaşadığı mıntıkaya biz Kürdistan diyoruz. Buna rağmen mahkemelerden cezai yaptırım kararları çıkıyor. Üstelik geçmişte Tayyip Erdoğan da dedi bu bölgenin isminin Kürdistan olduğunu. Şimdi de Kürt sorunu kalmadı diyor. Hayır öyle değil.
“Yeni neslin çoğunluğu Kürtçe konuşmuyor, Kürtçe yazamıyor”
Benim çocuğum, insanım, milletim ilkokulda, ortaokulda, lisede, üniversitede Kürtçe eğitim alamıyor. Şimdi beraber çıkıp dolaşalım; hangi çocuk el yazısı şeklinde Kürtçe yazabiliyor? Hepimiz Türkçe yazabiliyoruz. Peki kaç kişi Kürtçe yazabiliyor? Bunu sorgulayalım.
Asimilasyon politikası olan coğrafyalarda diller çabuk yok olur. Diyarbakır’da yeni neslin belki yüzde 70-80’i Kürtçe konuşmuyor. Bunun sebebi ne, bu bir Kürt sorunu değil midir?
Kayyum gelir gelmez Kürtçe tabelaları kaldırmadı mı? Ne suçu var Kürtçe’nin? Bu tarz yanlışlıkları dile getirmek gerekiyor. Nereye kadar gidecek bu?
Eğer Lozan Anlaşması’nda biz Türkler ve Kürtler olarak bu ülkeyi beraber kurduk diyorsak, 38 ve 39. Maddelerde Kürtlere verilmiş taahhütler var; diline, dinine, örf ve kültürüne dair. Eğer biz asli milletsek bunların Lozan Anlaşması gereğince de uygulanması gerekiyor.
Günün sonuna geldiğimizde sadece seçim döneminde bu söylemlerle insanlarımızı aldatmaya yönelik politika uyguluyorlar. Daha birkaç yıl önce İsmail Kahraman’ın TBMM Başkanlığı döneminde Meclis iç tüzüğünü değiştirip Kürtçe konuşulurken “bilinmeyen dil” yazılmasına karar verdiler. Bunları sorgulamak gerekiyor.
“Diyarbakırlılara ifrat ile tefrit arasına sıkışmak zorunda olmadıklarını, bizim de bir alternatif olduğumuzu söylüyoruz”
-Peki Diyarbakır’da çalışmalarınız nasıl gidiyor, sahadaki karşılık nasıl?
Diyarbakır’ın %55’i 18-40 yaş arası. Yoğun bir genç nüfusumuz var. Aslında bu çok güzel bir şey ancak büyük bir istihdam ve işsizlik problemi var. Gençlerin gözüne baktığınızda gözlerinde bir çaresizlik var. Okuyup ne olacağım, ne yapacağım endişesi var.
Şu anda Diyarbakır’da 2 milyona yakın bir nüfusumuz var. Ama dışarıya göç veriyoruz. Herhangi bir ağır sanayi hamlemiz yok. İstihdama yönelik faaliyetlerimiz yok. Biz dolaştığımızda insanlar bize bu sorunları anlatıyor. Biz de bugün muhalefet partisi olarak bulunmaktayız. Bizim buradaki amacımız insanların sesini daha yüksek duyurabilmek. Seçim döneminde de bunu amaçlıyoruz. Bu önemli bir husus.
Geri dönüşlere baktığımız zaman teveccühle karşıladıklarını görüyoruz. Alternatif olduğumuzu, insanlarımızın ifrat ile tefrit arasında sıkıştığını, üçüncü bir yol olarak geldiğimizi belirttiğimizde, onlardan olduğumuzu, onlardan farkımız olmadığını, aynı dinden, aynı dilden, aynı örf-adetten, aynı kültürden geldiğimizi söylüyoruz. Bunlarda samimi olduğumuzu gördüklerinde teveccühle yaklaşıyorlar bize.
Burada, Diyarbakır’da zaten tarihi bir geçmişimiz de var. Her yerde bir anımız, bir hatıramız var. Bu aidiyeti de, bu duygusallığı da iç içe kattığımızda insanlarımızla bir bütünlük sağlıyoruz.
“CHP Afyon adayının yaptığı açıklama tam anlamıyla bir ırkçılık. Tedavi görmesi gerekir”
-Son günlerin en tartışmalı konusu CHP Afyon vekili ve adayının DEM Parti ve HÜDAPAR’ı kast ederek yaptığı bir açıklama. Siz CHP’li Burcu Köksal’ın bu açıklamasını bir Kürt siyasetçi olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Saadet Partisi Genel İdare Kurulu üyesisiniz. Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığını desteklediniz. Peki Kılıçdaroğlu sonrası CHP’nin Kürt meselesinde nasıl bir sınav verdiğini düşünüyorsunuz?
Türkiye’de bir milliyetçilik havası esiyor. Doğu’da değil, Batı’da esiyor bu. Bu da maalesef ırkçılığa ve faşizan uygulamalara sebep oluyor. Bugün sadece Kürtler bunlara maruz kalmıyor; dışarıdan gelen kardeşlerimiz de kalıyor. Mültecilere karşı ambargo ve kampanya uygulanıyor. Kürtlerle benzer bir kaderi yaşıyor onlar da.
Burcu Köksal’ın konuşmasına gelince… Irkçılık bir hastalık aslında. Şovenist davranışların, ırkçı davranışların aslında tedaviye de ihtiyaç duyduğu kanaatindeyim. Bugün sen bir oy için 30 milyonluk Kürt nüfusu inkar edemezsin. Dilini inkar edemezsin, örf ve adetini inkar edemezsin. Biz binlerce yıldır burada yaşıyoruz millet olarak. Herhangi bir siyasi partiye mensup olmadan bunu söylüyorum ben. Hizmet anlayışı tüm insanlara yapılır. Belediyeciliğin anlamı budur, yerel yönetimin anlamı budur.
“Ben CHP’nin ve Özgür Özel’in yerinde olsam bu ismin istifası için gerekli mekanizmayı başlatırım”
Bugün CHP’nin Afyon adayı bunu görmezden gelip insanları rencide ediyor ve insanlara hakaret ediyor. Ben CHP’nin yerinde olsam, Kemal Kılıçdaroğlu’nun devamı olan Özgür Özel’in yerinde olsam söz konusu vekili görevden alıp belediye başkanlığından da el çektirirdim. Toplumun selameti, toplumun barışı için bu şart. Eğer bunun önünü biz alamazsak konu farklı yerlere gidecek. Bugün Kürtler her yerde, sadece DEM Parti’de değil. Belki Kürtlerin yüzde 60’ı DEM Parti’ye oy veriyor ama geriye kalan yüzde 40 farklı yerlerde. Ama günün sonunda mesele bugün DEM Parti değil, mesele Kürde vurmak. Biz de bunun karşısındayız ve kabul etmiyoruz.