Genel Başkan Yardımcıları

İstanbul Milletvekilimiz Mustafa Kaya: En Büyük Tehlike Suriye’nin Afganistanlaşması Meselesidir!

İstanbul Milletvekilimiz Mustafa Kaya, Dışişleri Bakanlığı'nın bütçesi üzerine Saadet-Gelecek Grubu adına söz aldı.

Konuşmasına Suriye’de yaşanan gelişmelere dikkat çekerek başlayan Mustafa Kaya, şunları söyledi;

“Cengiz Han'ın torunu Hülagü Han 1258 yılında Bağdat'ın kapılarına dayandığında, Bağdat'ı işgal etmek için girişimde bulunduğunda dışarıda ‘Bağdat'ın en akıllı alimini bana gönderin, bana gelsin’ diye bir çağrıda bulunur. Tabi, kimse cesaret edemez, gaddarlığıyla, katliam yapmasıyla bilinen bir isimdir. Genç bir alim, Kadınhan gider, der ki; ‘ben geldim’ fakat karşısında çelimsiz birisini görüp alaycı bir şekilde; ‘söyle bakalım, beni buraya getiren nedir?’ diye sorduğunda Kadınhan; ‘seni buraya getiren, bizim amellerimizdir. Nimetlerin kıymetini bilemedik, esas gayemizi unuttuk, mal, mülk, makam, mevki peşine düştük, Allah da verdiği nimetleri almak için seni gönderdi’ der. Şimdi, Suriye'deki manzara, karşı karşıya kaldığımız durum bundan daha güzel anlatılabilir mi? Evet, altmış bir yıllık Baas rejimi, altmış bir yıldan beri çeşitli koşullarda insanlara zulmeden bir yapı ve Esad ailesi elli dört yıldan beri işbaşında; doğru. 14 tane istihbarat örgütünün olduğu, insanlara her türlü zulmün, baskının, şiddetin uygulandığı yapı; doğru. Gelinen nokta itibarıyla ortaya çıkan manzarada bir rahatlama olduğu da doğru. İnsanların kendilerini özgürlük noktasında, vatanlarına kavuşma noktasında daha güvende hissettikleri de doğru. Peki, yanlış olan nedir? Yanlış olan Türkiye'deki yetkililerin yaptığı zafer sarhoşluğu içindeki açıklamalardır. Bu zafer sarhoşluğu geçtiğimiz on dört yılı yok sayan bir zafer sarhoşluğudur. 

EN BÜYÜK TEHLİKE SURİYE’NİN AFGANİSTANLAŞMASI MESELESİDİR!

1 milyon insanın hayatını kaybetmesinden bahsediyoruz. Fiili olarak Suriye'nin bölünme tehlikesiyle karşı karşıya kalmasından bahsediyoruz. Şam'a 20 kilometre yaklaşmış olan İsrail güçlerinden bahsediyoruz. Neredeyse İsrail'e komşu olacak bir Türkiye'den bahsediyoruz. Hâl böyleyken hâlâ, öğleden önce Sayın İletişim Başkanını dinledim, öylesine cümleler kuruyor, öylesine büyük ifadeler kullanıyor ki duyan da her şey bitti, Suriye'nin toprak bütünlüğü sağlandı, Türkiye'nin bütün tezleri hayat buldu, Suriye'de bütün renklerin dâhil olduğu iktidar kuruldu, hükûmet kuruldu zanneder. Böyle bir süreç yönetimi olur mu? Böylesine, sadece sokaktaki insanların, detayları bilmeyen insanların kuracağı cümlelerle devlet yetkilisi olan kişiler tarafından kurulacak bu cümleler sorunu doğru çözmesine katkı sağlar mı? En büyük tehlike nedir? Hep beraber sizler de takip ediyorsunuz, en büyük tehlike nedir biliyor musunuz arkadaşlar, en büyük tehlike Suriye'nin Afganistanlaşması meselesidir. 1979-89 arasında birçoğumuzun çok yakinen takip ettiği gibi Afganistan'da mücahit grupların Rusya'ya karşı verdiği direnişin ardından 89'dan sonra 2003 yılına kadar, 2003'ten sonraki dönemlerde nasıl birbirlerine girdiklerini, iktidar paylaşımı noktasında nasıl birbirlerini boğazladıklarını biliyoruz, Suriye'deki mesele şimdi budur. Bütün bunların simülasyonunu yapmak varken, bütün bunlar üzerinde çalışmalar yapmak varken ben bu zafer sarhoşluğunu anlayamıyorum. Gelinen noktayı önemli buluyorum, değerli buluyorum ama bu zafer sarhoşluğunu bir türlü anlayamadığımı ifade etmek istiyorum. Bütün kesimlerin adil bir şekilde temsil edildiği ve netice itibarıyla Suriye'nin toprak bütünlüğünün temin edildiği bir anlayışla süreç yönetilmelidir.

Bugün en büyük tehlikelerden biri de maalesef okunamadığını veya okunduysa tedbirlerinin alındığını umut ederek söylüyorum; şu anda Şam'da işbaşına gelen, daha önce İdlib'teki mevcut statükoda durumu kontrol eden yapının önce terör örgütü olarak tanımlanması, HTŞ'den bahsediyorum, Amerika tarafından da böyle teyit edilmesi, ardından Amerika'nın onu terör örgütü listesinden çıkarma çabası ve neticede şu anda aynı Tarık Haşimi'nin Irak'ta DAEŞ için yaptığı ‘heyecanlı gençler’ yorumu gibi bazı yorumlar görüyorum. Bunları tehlikeli buluyorum. Bunları değerlendirirken umarım Hakan Fidan Bey'in bu yaptığı -burada da ifade edildi- teennili, itidalli Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklamalar önemli ama ben Dışişleri Bakanlığı’nın bu açıklamalarına rağmen süreç yönetiminin olması gerektiği gibi gitmediğini maalesef, üzülerek görüyorum.

TRUMP’IN AÇIKLAMALARI DEĞERLENDİRİLMELİDİR!

Trump ikinci dönemine hazırlanıyor. Trump attığı "tweet"lerle, paylaşımlarla Gazze'yi tehdit ediyor; Gazze'deki rehinelerin serbest bırakılması noktasında öncelikle işte, ‘Bırakmazsanız orayı yerle bir edeceğim’ tarzında açıklamalar yapılıyor. Bunun mutlaka değerlendirilmesi gerektiğini, kurumsal aklın devrede olması gerektiğini, Trump'lı dönemde Orta Doğu'da hangi aşamaların olacağına dair mutlaka bir açıklamaların yapılması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca, biliyorsunuz, Trump şu anda Amerika'nın yeni kabinesindeki -tırnak içinde söylüyorum- en makul isim, diğer isimler, atadığı isimlerin birçoğu Siyonist Evanjelik yaklaşımla, tamamen bu mantıkla Orta Doğu'ya, bölgemize bakan insanlar.

D-8 YANLIŞ DEĞERLENDİRİLİYOR!

D-8'le ilgili birkaç ifadede bulunmak istiyorum. D-8 sadece Saadet Partililerin veya bu D-8'e sahip çıkanların duygusal bazda söyleyip de ‘E, 1996-1997 yılında, Erbakan Hoca döneminde kurulan bir yapıdır’ düşüncesiyle şayet D-8 değerlendiriliyorsa çok büyük yanlış yapılıyor. Şöyle, lütfen bakın, ülkelere bir bakın, ülkelerin bulunduğu konumlara bakın; Mısır'a bakın, İran'a bakın, Türkiye'ye bakın, Pakistan'a bakın, Bangladeş'e bakın, Nijerya'ya bakın, Endonezya'ya, Malezya'ya bakın. Bunlar bulundukları bölgede önemli ülkeler ve bunların 4 tanesi; Türkiye, Mısır, İran ve Pakistan bu bölgede çok önemli konumda. Sayın Bakan, bu 4 tane ülke bir an önce bundan sonraki oyunları bozmak adına aralarında saldırmazlık anlaşması imzalamalılar. Şu anda en büyük tehlike bu ülkelerin birbirine karşı düşman kesilmesidir, bunun mutlaka engellenmesi gerekir ve bu saldırmazlık anlaşmasıyla beraber gelecekteki olması muhtemel riskler ortadan kaldırılabilir.

KIBRIS MESELESİ! 

Kıbrıs meselesi -son 15 Kasım’da biz de Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle Kıbrıs'taydık, adadaydık- 2004-2017 arasını saymıyorum, bizim için yok hükmünde olması gereken bir zamandır, iktidarın Kıbrıs konusunda olabildiğince kafa karışıklığı yaşadığı dönemdir, federasyondu, konfederasyondu, şuydu, buydu diyerek bin bir türlü gerekçeyle Kıbrıs'ın pazarlık masasında malzeme yapıldığı dönemdir. 2017'den sonra iki devletli çözüm noktasındaki söylemlerin artış gösterdiğini görüyoruz, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı da oradaki toplantıda bunu özellikle ifade etti, bundan memnuniyet duyuyoruz ama şimdi bu yetmez, bir şey yapılması gerekiyor. Ben şöyle bir tehlikeyi görüyorum: Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin NATO üyesi yapılması karşılığında Kuzey Kıbrıs için kazanım gibi görünecek bazı tekliflerle önümüze gelebilirler. Böyle bir tuzağa düşmeyelim, bu tuzak aynen Annan referandumunda düşülen tuzak anlamına gelir. Böyle bir yanlışın içerisine düşmeyelim. Bunu asla doğru bulmadığımızı buradan ifade etmek istiyorum. 

TÜRKİYE İSRAİL VATANDAŞLARINA 3 AY VİZE UYGULAMIYOR!

Bir de Sayın Bakan, haberinizin olmadığını umarak, düşünerek, inanarak söylüyorum. Başka bir konu, şu anda değerli arkadaşlar, İsrail'den gelen İsrail vatandaşlarına Türkiye üç ay süre boyunca vize uygulamıyor -umuma mahsus pasaportlar için söylüyorum, belgeleri burada, bunlar Dışişleri Bakanlığının "web" sitelerinden aldığım belgeler- ama Türkiye vatandaşları İsrail'e gittiğinde İsrail vize uyguluyor ve dört yüz elli günü geçti, Gazze meselesiyle ilgili birçok gündem oldu burada ve biz bu sürede maalesef bu vize mütekabiliyeti noktasında bile bunu başaramamışız. Ayrıca şöyle de uyarı yapmışız; bu uyarı standart olabilir, bu uyarı bizden İsrail makamlarından vize aldığı hâlde yani oraya giden vatandaşlarımıza Bakanlığımızın ‘web’ sayfasından şöyle uyarılar yapıyoruz ... diyoruz ki: ‘Ben Gurion Havalimanında İsrailli güvenlik görevlilerinin sorularına yanıt vermeleri ve havaalanındaki güvenlik kurallarına riayet etmeleri tavsiye olunmaktadır.’ Standart bir açıklama gibi görünüyor ama bu bizim insanımıza yapılan bir eziklik değil midir? Hâlâ bizim insanımıza vize uygulayan bir İsrail var, biz İsrail vatandaşlarının hiçbirisine vize uygulamıyoruz. ‘Gel, istediğin gibi üç ay ülkemizde kalabilirsin’ diyoruz. Bizim insanımız ondan vize alıyor, her türlü kendilerine göre istihbaratını yapıyor, araştırmasını yapıyor, her şeyini yapıyor ama sonra da ‘Aman, her şeye rağmen sanayi bize verdiler ama havaalanına gittiğinde mutlaka onlar ne dediyse onların dediklerini uy’ diye onlara çağrıda bulunuyoruz. Bu kabul edilebilir değil, bunu kabul etmiyoruz, bir an önce düzeltilmesi gerekir.”