Genel Başkan Yardımcıları

Grup Başkanvekilimiz Kaya: Kudüs Sınav Kağıdı Başta D-8 Ülkeleri Olmak Üzere 1,5 Milyarlık İslam Aleminin Önünde Duruyor

Grup Başkanvekilimiz Bülent Kaya, TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşmada gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Konuşmasına İsrail’de yaşanan katliama değinerek başlayan Kaya, şunları söyledi:

İsrail savaş uçakları tarafından bombalanan daha ne kadar bina göreceğiz? Daha kaç hastanenin İsrail savaş uçaklarının bombardımanı sonucu yerle bir edildiğini göreceğiz. Kanlar içinde yan yana dizilmiş daha kaç çocuk bedeni göreceğiz? Yavrusunun cansız bedenine sarılan kaç anne fotoğrafı daha sosyal medyada önümüze çıkacak. Acı ve şok içerisinde evlatlarının be parçalanmış bedenlerini toplayan daha kaç babanın feryadını izleyeceğiz? Sormuş olduğum bütün bu sorulara aslında İsrail bir cevap verdi. Sekiz Haziran Cumartesi günü Nuseyrat kampına düzenlediği saldırıda çoluk çocuk, yaşlı hasta demeden 280 sivili şehit etti. 800 Filistinliyi yaraladı. Tarihe dikkatlerinizi çekmek istiyorum. 8 Haziran Cumartesi yani tam da D-8 ülkelerinin dışişleri bakanlarının olağanüstü olarak Gazze gündemli bir toplantıyla İstanbul'da toplandığı gün bir tarafta D-8’lerin dışişleri bakanları Türkiye'nin öncülüğünde Gazze olağanüstü toplantısı için İstanbul'da bir araya geliyor. Bir mesaj verilmesini, bütün milletimiz ve 1,5 milyar İslam alemi ve bütün dünya insanlığı beklerken.

Aynı gün, 8 Haziran'da İsrail'de kendince bu katliamlarına, bu terörist saldırılarına, bu vahşetlerine devam edeceğini, bir bombardımanla adeta cevap veriyor.

D-8 BU SINAVDA BOŞ KAĞIT VERMİŞTİR

Sorduğum sorulara Israil cevap verdi dedim. Ama maalesef D-8 dışişleri bakanları toplantısından beklediğimiz cevabı alabildiğimizi söylemek pek de mümkün değil. Toplantı sonucunda yayınlanan ortak bildiri bu sorulara cevap verecek ve yüreklere su serpedecek maalesef bir bildiri değildi. Bildiride tüm ülkelerden İsrail'e silah ve mühimmat desteklerini, tedariklerini kesmeleri istendi. Sanki daha önce hiç bunlar istenmemiş gibi.

Adil ve kapsamlı bir barışın, acil kalıcı ateşkesin sağlanmasından bahsedildi. Sanki İsrail'e daha önce bu çağrılar yapılmamış gibi. Gazze’ye insani ve tıbbi yardımın sağlanması, yakıt su, elektrik ve barınak temin edilmesi. Gazze şeridine acil yardımların engelsiz bir şekilde ulaştırılması talep edildi. Sanki bu talepler daha önce hiç yapılmamış ve eksiksiz olarak yerine getirilmiş gibi.

Israil Uluslararası Adalet Divanı tarafından emredilen geçici tedbirlere harfiyen uymaya davet edildi. Soykırım eylemlerini derhal durdurulması çağrısı yapıldı. Sanki daha önce bu çağrılar hiç yapılmamış gibi. Israil güçleri tarafından işlenen tüm suçların hesabının sormak için bütün ülkelere hukuki süreçlere destek istendi. Sanki daha önce hukuki süreçlere destek istenmemiş gibi, mümkün olan bütün sınır kapılarının açılması ve gıda, ilaç ve yakıt bulunduran insani yardım, insani yardımların Gazze şeridi izinsiz girilmesine dair çağrılarda bulunuldu. Sanki daha önce bu çağrılar hiç yapılmamış gibi. Yerlerinden yurtlarından edilen Filistinlilerin evlerine ve topraklarına koşulsuz dönüşü sağlanmalıdır denildi. Sanki daha önce bu konuya hiç değinilmemiş gibi. İsrail'in Kudüs'teki kutsal mekanlara yönelik saldırılarının ibadet özgürlüğünü ihlal ettiği, dolayısıyla bunların kınandığı söylendi. Sanki daha önce hiç kınanmamış gibi. Uluslararası toplumun başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti için Birleşmiş Milletler karara uyarınca derhal harekete geçmesi istendi. Sanki bu konuda daha önce hiç vurgu yapılmamış gibiyim. İşte 1,5 milyar İslam aleminin en başta sormuş olduğumuz bu sorulara temsilcileri tarafından verilen cevaplar maalesef sadece talep ve kınamaktan öteye geçmedi. Merhum Cahit Zarifoğlu; ‘Kudüs bir sınav kağıdı her müminin önünde’ demişti ve maalesef bu sınav kağıdı başta D-8 ülkelerinin yöneticileri olmak üzere 1,5 milyarlık İslam aleminin önünde bir soru kağıdı olarak duruyor.

D-8 İŞLEVSİZLEŞTİRİLDİ

Erbakan Hocamızın liderliğinde Türkiye'nin öncülüğünde işgalleri, sömürüyü soykırımı ve her türlü zulmü durdurmak, dünya barışına katkıda bulunmak için kurulan D-8, bugün maalesef iktidarımızın öncülüğünde düzenlenen bir toplantıyla adeta işlevsiz hale getirilmiştir. Bir de yayınlanan bildiride D-8 üyelerinin tüm imkan ve kabiliyetleriyle Filistinli halkının yanında olduğu ifade ediliyor. Şayet D-8 ülkeleri tüm imkanlarıyla değil, sadece imkanlarının bir kısmıyla dahi Filistin ve Gazze halkının yanında olmuş olsalardı, emin olun İsrail bu pervasız terörist saldırılarına bir saniye bile devam edemezdi.

8 tane Müslüman ülke nüfusu bir milyarı aşkın. Sahip oldukları ekonomik ve lojistik imkanlarıyla dünya ekonomisinin en önemli 8 ülkesi. Bu mudur sizin imkanlarınız? Bu mudur sizin kabiliyetiniz? Sizin kabiliyetiniz çağrıda bulunmak, birilerinden talepte bulunmak ve sadece şiddetle kınamaktan mı ibarettir? Hiç mi yaptırım yapmak aklınıza gelmez, hiç mi İsrail'in uyguladığı bu uluslararası hukuka aykırı ambargoyu tanımıyoruz demek? Hiç mi sınır kapılarından İsrail'in izni olmadan direkt bu uluslararası yardıma ulaştıracağız demek. Ve hiç mi bu 8 ülke donanmalarıyla Gazze'nin limanlarından insanı yardımı İsrail'in vicdanına bu insanları mahkum etmeden ulaştırmayı düşünmez? Bu mudur imkanlarınız? Diye bu ülkelerin yöneticilerine elbette sormak. Bizim hakkımız.

SÖYLENMEMİŞ HİÇBİR SÖZKALMADI

Hep diyoruz ya bugüne kadar İsrail'in kınanmadık bir tarafı kalmadı. Daha neyi kınıyorsunuz ve kınamalardan sonuç almayı bekliyorsunuz? Bugüne kadar İsrail'in zulmüyle ilgili, İsrail'in terörizmiyle ilgili, İsrail'in soy kırımıyla ilgili bu gök kubbe altında artık söylenmemiş hiçbir söz kalmadı. Bu sözlerin hiçbir sonuç vermediği de net bir şekilde ortadayken hala İsrail'in kınamadan ve başka ülkelerden talepte bulunmakla bir sonuç alınabileceğini düşünmek, olsa olsa sadece Filistin davasının hamasetini yapan yöneticilerin işidir.

Bu toplantı olağanüstü bir toplantı diye duyurulmuştu.  Elbette bir olağanüstü toplantıda olağan kararların dışında olağanüstü kararlar alınmasını bekler insanlar. O zaman niçin olağanüstü toplanıyorsunuz? Olağan kınamalarınızdan, olağan çağrılarınızdan vazgeçmeyeceksiniz. Hiç olmazsa toplantının adına olağanüstü toplantı demeyin. Toplantının gündemini de Gazze gündemi demeyin de, bu 1,5 milyar insan. Sizden hiç olmazsa kedi olalı bir fare tutacak kadar da umutlanmış olmasın.

OLAĞANÜSTÜ DENİLEN TOPLANTI ÇAY OCAKLARINDA KONUŞULAN SOHBETLERDEN ÖTEYE GEÇMEMİŞ

Dolayısıyla yayınlanan bildiriden anladığımız kadarıyla olağanüstü denilen bu toplantı, çay ocaklarında konuşulan sohbetlerden öteye geçen bir toplantı olmamış, umarız yanılmış oluruz. Umarız orada çok ciddi kararlar almıştır ve umarız alınan bu kararlar, İsrail'i bu terörist saldırılarından ve buz soykırımdan vazgeçmeye imkan sağlamış oldu. Ama maalesef bu toplantıda herkes tarafından bilinen gerçekler bir kez daha D-8 dışişleri bakanları tarafından sonuç bildirgesiyle vurgulanmış oldu. Bir önceki toplantıdan farklı bir sonuç yok ortada maalesef. Bu toplantının sonuçları şunlardır;

Olağanüstü toplandılar, sıradan kararlar aldılar, olağanüstü toplandılar ve olağan bir şekilde dağıldılar. Oysaki olağanüstü toplantıdaysanız ifade ettiğimiz gibi mutlaka olağanüstü kararlar almanız lazımdı.

Tabiri caizse topu hele hele Birleşmiş Milletlere atmak ise adete toplanmamışsınız manasına gelir. Şunu herkes biliyor Filistin konusunda mesele neyin nasıl yapılacağı değil, kimlerin yapılacağı meselesidir. Yoksa İsrail'e bu soykırımdan vazgeçmesi için yaptırılması gereken yaptırımlarla ilgili emin olun sokaktaki insandan akademisyenine, siyasetçisinden seçmenine kadarı herkes İsrail'in soykırımını sona erdirmesi için neler yapılması gerektiğini sorsanız tek tek sayar. Mesele bu sayılan şeyleri kimin yapacağıdır. Yapacak olanlar da ülkelerin devlet başkanlarıdır, yöneticileridir. Dolayısıyla bugün bu vebal bu imkanları harekete geçirmeyen devlet yöneticilerinin boynundadır ve hepsi adeta birbirlerine topu atarcasına Ey İslam dünyası diye de seslenmekten geri durmuyorlar.

VEBAL İSLAM ÜLKELERİNİN BAŞINDAKİ YÖNETİCİLERDEDİR

Kim bu İslam dünyası, işte 8 dışişleri bakanı olarak oradasınız, sizlersiniz. İslam dünyasının yöneticileri sizler bu haldeyken, İslam dünyasının, İsrail'in saldırılarını elbette durdurma imkanı söz konusu olamaz. Vebal D-8 ülkelerinin başbakanlarındadır. Hiçbir bir tanesini istisna tutmaksızın söylüyorum, vebal İslam ülkelerinin başında yönetici olarak duranlardadır. Hiçbir tanesini istisna tutmadan söylüyorum. İş sadece kınamaya geliyor ve herkes kendisini ayrı tutarak, öbür tarafa bakarak ey İslam ülkesinin yöneticileri diyerek kendisini adeta bu eleştirilerden maalesef muaf tutuyor.

Bugün Filistin için birlik olmazsak, yarın Lübnan için, Mısır için, Suriye için, İran için, Irak için ve maalesef Türkiye için bir olamayız. Bugün Filistin'de yaşanan soykırıma karşı çıkmazsak, hatta karşı çıkmazsak da demiyorum. Filistin'de yaşanan soykırımı durdurmazsak yarın coğrafyamızda yaşanacak hiçbir soykırımın önüne geçemeyiz. Bakın Kurban Bayramı yaklaşıyor. İslam alemi olarak bütün Müslümanlar birlik mesajı veriyorlar. Bunu görmüyor musunuz? Aslında İslam alemi birlikteliğe dünden daha fazla hazırdır. Kurban Bayramları da bunun en açık göstergesidir. Endonezya'dan Türkiye'ye kadar bütün İslam alemi mazlum kardeşlerine; ‘biz sizin yanınızdayız’ mesajı veriyorlar. Tüm dünya bu büyük birlikteliği görüyor. Sizler İslam ülkelerinin idarecileri, niçin hazır olan bu birliğinin üzerine bir uluslararası güç, bir uluslararası kuruluş inşa etmiyorsunuz? İnşa edilmiş olan D-8 gibi bir kuruluşu niçin atıl bırakıyorsunuz? Hadi yeni bir kuruluş kurmaya mecaliniz ve vizyonunuz yok. Hiç olmazsa rahmetli Erbakan Hoca'nın ve o günkü D-8 ülkelerinin başkanlarının oluşturmuş olduğu bu uluslararası kuruluşa hiç olmazsa hayatiyet verin.

Mekanı cennet makamı Ali olsun merhum şairi Abdurrahim Karakoç. İslam aleminin derdini şu mısralarla dile getirmişti; ‘Sabahtan haber yok ufuklar kara, Semerkant kan ağlar yanar Buhara, Keşmir, Kabil, Kerkük, hasret bara, Kudüs'ün, Sinan'ın bayramı nasıl.

Abdurrahim Karakoç bu soruyu sorduğu zaman cevap neyse maalesef bu soruların cevabı hala aynın. O gün Kudüs'ün bayramı ne kadar mahzunsa bugün de o kadar mahzun. O gün İslam coğrafyası ne kadar kan ağlıyorsa emin olun bugün daha fazla kan ağıyorum. O gün Müslümanlar ne kadar bahara hasretse emin olun bugün çok daha fazla bahara hasret. O gün coğrafyamız ne kadar yangın yeriyse emin olun bugün artık yangınlar tahammül edilemeyecek boyutlarda.

İSLAM ÜLKELERİ KARAR BİRLİKTELİĞİNİ GÖSTERMEK MECBURİYETİNDEDİR

Artık İslam ülkeleri toplantı birlikteliğini değil, karar birlikteliğini, icraat birlikteliğini göstermek mecburiyetindedirler. Masada toplanma devri geçmiş, sahada icraatta birleşme zamanı gelmiştir. Her zaman söylüyoruz Türkiye öncü olmalıdır ama kınamaya değil icraata öncü olmalıdır. Türkiye kararlar almaya öncü olmalıdır. Ama başkalarını davet eden kararlarla değil, kendisinin bizzat uygulayacağı kararları alarak öncü olmalıdır. Bunun için güçlü bir Türkiye'ye ihtiyaç var. Ama bu sözde değil özde güçlü Türkiye'ye, ekonomisiyle, savunma sanayiyle, birlik ve beraberliğiyle, iç politikadaki çatışma alanlarını sona erdirmiş, birlik, beraberliğini sağlamış bir Türkiye'yle.

Daha kendi emeklisinin hakkını veremeyen bir Türkiye'nin herhangi bir haksızlık karşısında elbette güç durabilmesi zordur. Ekonomik olarak belini doğrultamamış köylülerimizin, çiftçilerimizin bulunduğu bir ülkenin ayağa kalkması elbette zordur. Yine aynı şekilde kendi ülkesinin vatandaşlarına bayram sevinci yaşatamamış bir ülke iktidarının koca bir İslam alemine bir bayram sevinci yaşatabilmesi elbette zordur. Ama bu zoru Saadet ve Gelecek Partileri olarak inşallah başaracağız, başaracağız, başaracağız diyorum.

ÇİFTÇİLER KENDİ KADERİNE TERK EDİLDİ

Hükümet elbette coğrafyamızda yanan bu ateşler içerisinde bir de köylü ve çiftçilerimizi maalesef kendi kaderine terk ettiğine dair hububat taban fiyatları açıkladı. En düşük madeni paranın bile artık 5 TL olduğu bir yerde geçen seneye göre 1 TL artışı sanki büyük bir destekmiş gibi açıkladı. Aslında biz bunun büyük bir destek olmadığını nereden anlıyoruz? Biliyoruz ki Türkiye'deki güzel haberleri sadece Sayın Cumhurbaşkanı verir. Kötü haberleri bakanları verir. Çok daha kötü haberleri twitter verir. Eğer bu hububat fiyatları Cumhurbaşkanı tarafından güzel bir haber olarak açıklanmamışsa, bakanlar tarafından; ‘e canım kötü ama elimizden bu kadar geliyor’ diye açıklanmamış ve Tarım Bakanlığı tarafından internet sitesinden ve web sayfalarından, twitter hesaplarından yayınlanmışsa bilin ki o kötü değil, çok kötü bir fiyattır. Dolayısıyla bugün cumhurbaşkanı ve bakanlar tarafından bile savunulamayan bir hububat taban fiyatını maalesef AK Partili vekil arkadaşlarımız ellerine tutuşulan kağıtları Meclis kürsülerinde okuyarak sanki çiftçiye çok büyük destekler verdiklerini sıkılmadan anlatabilmektedirler.

Bakın burada 1 kilogram buğday fiyatının maliyetini hesaplamış arkadaşlar; 14 TL. Yani siz 14 TL fiyat desteği verdiğiniz zaman bu çiftçinin ancak buğdayı üretmekle ilgili kullandığı maliyeti karşılıyorsunuz. Nerede kaldı bu işin karı? Nerede kaldı? Çiftçinin hububat ekmeğiyle ilgili çabasını takdir etmen. Dolayısıyla hükümetin yapması gereken ilk iş mutlaka ve mutlaka tarım kesimini destekleyici bir dizi eylem kararı alması ve yine tarım ürünlerindeki maliyetin girdi fiyatlarını mutlaka ama mutlaka düşürmesi. Yatlara bile ucuz akaryakıt verirken, traktörüne mazot koyan çiftçiye de siz lüks araç kullanan kişinin ödediği vergi kadar vergi koyarsanız, bu ülkenin elbette tarımının ayağa kalkmasına imkan vermiş olmazsınız. Bütün bunlar yetmezmiş gibi Ziraat Bankası'ndan bir holdingin bir medya kuruluşunu satın alması için bir milyar dolara yakın para verirseniz ve bu krediler ödendi mi? Diye size hesap sorulduğunda; ‘bunlar ticari sır bilgi veremeyiz’ diyorsanız, emin olun o çiftçilere en büyük kötülüğü siz yapmış olursunuz. Yine bu kamu bankalarına yerleştirmiş olduğunuz davulcuya ya da zurnacıya kaçmasın diye oturttuğunuz emekli siyasetçilerle bu kamu bankalarının işlevleri doğrultusunda Halk Bankası’nın esnaflara Ziraat Bankası'nın çiftçilere destek vermesini beklerseniz boşuna beklemiş olursunuz. Çünkü oraya konulmuş olan siyaset emekçilerinin tek bir işi var ballı maaşlarını almaya devam etmek. Kendilerinin oraya konulmasının karşılığında saraya itaat etmek ve kendilerine yakın yandaşların kredilerini yapılandırma dışında hiçbir icraat beklemeyin.

ÇİFTÇİYLE YÜZLEŞEBİLME CESARETİNİ BULMAMIZ LAZIM

Dolayısıyla artık tarlasındaki ürünü biçemeden mazot fiyatlarına düşen bir çiftçinin gözyaşlarını hep beraber görmek zorundayız. Tüm bir yıl boyunca alın teri döküp sonunda banka kredilerine esir düşen çiftçiyle göz göze gelmek ve yüzleşme cesaretini kendimizde bulmak zorundayız. Ürününü zar zor pazarlayıp sonunda tüccarın insafına terk edilen çiftçinin halini anlamamız lazım. Elbette sizler anlayacaksınız ama o zaman iş işten geçecek ve maalesef çiftçilerimizin bu ülkenin ekonomisi için ne kadar önemli olduğunu anlayacaksınız. Ama korkarım ki iş işten sizin için geçmiş olacak.

KAYYUM UYGULAMALARI

Ağustos 2016 olağanüstü hal şartlarında Belediye Kanununa bir kanun hükmünde kararname eklenerek belediye başkanlarının terör soruşturması veya benzeri sebeplerle açığa alınması halinde ya da tutuklanmaları halinde yerine belediye meclislerinden bir seçimle atama yapma yerine illerde valinin, ilçelerde kaymakamın, kayyum olarak belediye başkanının görevlerini almasını öngören bir düzenleme yapıldı. Aslında çok değerli vekilimiz anayasa hukukçusu Profesör Doktor Serap Yazıcı hocamız da Meclis küsüde defalarca söyledi. Kanun hükmünde kararnamelerin çıkarılmasının amacı sadece ve sadece olağanüstü hal sebeplerini oluşturan koşullarla ve olağanüstü hal süreciyle sınırlı olarak çıkarılır. Türkiye bu olağanüstü hal sürecini atlatalı yıllar oldu. 2016 üzerinden 8 yıl geçti. O süreçlerden sonra 2019 yerel seçimleri üstüne bir de 2023 yerel seçimleri yapıldı. Millet iki kez sandığa gitti ve iki kez daha yerel yönetimlerde milli irade tecelli etti. Elbette görevde bulunan bir milletvekili, bakan ya da belediye başkanı bir soruşturmanın muhatabı olabilir. O soruşturma sebebiyle tutuklanması gerekiyorsa deliller ve ceza muhakemesinin öngördüğü kanun metinleri kişinin tutuklanmasını emrediyorsa tutuklanabilir de. Ama yasalarımızda bir belediye başkanı tutuklandığı zaman yerine nasıl bir usulle atama yapılacağı bellidir. Belediye başkanı şayet tutuklanmışsa onun görev süresini aşmayacak şekilde belediye meclisi içerisinden bir seçim yapılır ve o belediye meclisi üyeleri içerisinden yine milletin seçtiği belediye meclisi üyelerinden bir tanesi belediye başkanı koltuğuna oturur.

Şayet ya tamam burada bir belediye meclisi var ama onlar da suça bulaşabilir gibi bir önyargıyla hareket ediyorsanız, o zaman berat-ı zimmet esas kuralının ne manaya geldiğini bilmiyorsunuz demektir. O zaman belli bir toplumsal kesimi potansiyel suçlu olarak gördüğünüzü itirafı manasına gelir. Bırakın millet, belediye meclisi kendi içerisinden bir başkan seçsin. Prosedür bellidir. Şayet o da bir suça bulaşmışsa ya da belediye imkanlarını başka amaçları da kullanmışsa onu da görevden almanızın yerine belediye meclisi tarafından bir başka meclis üyesinin seçilmesinin önünde hiçbir engel yok. Bu belediye başkanlığını kayyum olarak atamanız yetmiyormuş gibi bir de belediye meclisinin bütün yetkilerini ortadan kaldırıp bu yetkileri valilere veriyorsunuz.

KAYYUM ATADIĞINIZ BELEDİYELERDE YOLSUZLUKLAR KONUŞULUYOR

Onun için birçok kayyum atadınız belediyede yolsuzluklar konuşuluyor. Çünkü vali bir ihale yapacağı zaman ya da bir ihaleyi takip edeceği zaman denetleniyor, gerekli bakanlıklardan izinleri oluyor. Ama kayyum olarak atanmış bir belediye başkanı yetkisini kullanan vali, belediye meclisinin verdiği borçlanma yetkisini kanun hükmünde karar verme gereği kendisi karar alıyor. Belediye meclisinin belediye başkanı denetleme yetkisini vali kendisine alıyor. Belediyenin bir mülkünün satışı veya kiralanmasına belediye meclisleri karar vermesi gerekirken, kayyum atanan belediyelerde yasa gereği bu yetki belediye başkanına ve memur olan encümenlere geçiyor. Yani vali hem bütçe yapan hem karar alan hem bunları uygulayan hem de uygulanan bu kararları denetleyen bir konumda.

TÜRKİYE KAYYUM UYGULAMALARINA DERHAL SON VERMELİDİR

Cumhurbaşkanında olmayan yetkileri siz kayyum olarak atanmış valilere, kaymakamlara tanıyorsunuz. Dediğimiz gibi terörle mücadeleye eyvallah. Suç işleyen kişilerin cezasız kalmamasına eyvallah. Ama artık milli iradeye karşı bir gasp olan, belli bir seçmen kitlesinin aidiyet duygusunu yok eden bu kayyum uygulamalarına Türkiye derhal son vermelidir. Çünkü bizim belediye mevzuatımız bu kanun hükmünde kararnameyle getirilen garabete ihtiyaç hissetmeksizin zaten belediye başkanlarının görevleri, icabı içişleri bakanı müfettişleri tarafından soruşturulabileceğini, o soruşturmalarda bir suç işlemişlerse ya da bir görev suiistimali söz konusuysa içişleri bakanı tarafından açığa alınabileceğini, yerine belediye meclisi içerisinden bir seçim yapılabileceğini zaten öngörüyor. Yani aslında bir boşluk yok. Sadece sizin siyasi ajandanızdaki boşlukları doldurmak için kayyum uygulamalarını yapıyorsunuz.

AK PARTİLİLER DE RAHATSIZ

Emin olun o kürsüde çıkıp hamasetle konuşmak zorunda olan AK Partili milletvekilini bir tarafa bırakın, birçok AK Partili milletvekili, birçok AK Partili siyasetçi, bu kayyum uygulamalarının bir demokratik uygulama olmadığını, 8 yıl sonra hala kayyum politikalarına devam etmenin bu ülkeye fayda yerine zarar verdiğini, birlik beraberliğimizi bozduğunu ve toplumsal aidiyete büyük zararlar verdiğini net bir şekilde kısık sesle de olsa ifade ediyor.

Ama bunların sesi değil trollerin sesi yüksek çıktığı için de AK Parti'deki belli bir kitle o trollerden etkilenerek maalesef kayyum politikalarını savunur hale geliyor. Oysa kayyum politikaları olmasa ne olur? Seçmen beş sene sonra sandığa gittiği zaman o belediye başkanının 5 yıllık icraatlarını denetleyerek oy verir. Şimdi ne yapıyor belediye başkanı icraat yapabilsin, yapamazsın. Kayyum politikalarına tepki olarak gidip oy veriyor. Peki siz belediye başkanı bir beş sene sonra seçerken neye göre seçeceksiniz? Onu gözlemleme, icraat yapıp yapamadığını görme şansınız yok ki.

Bunu yapamadığınız bir yerde demokrasinin tatlı bir rekabet, milletin lehine olan bir rekabet olması da elbette mümkün olmaz. Onun için siz belli yerlerde ceketimizi koysak da asarsınız dediğiniz gibi birileri de kimi adayı koyarsa koyalım, nasıl olsa bu millet mağdurun arkasından gelir oy verir düşüncesiyle siyasete bir rekabet gelmeden maalesef yerel yöneticilerimizi seçmek durumunda kalıyoruz. Türkiye'nin bu kayyum garabetinden kurtulması, demokrasiye, hukuk devletine dönmesini temin ederek hepinizi ve ekranları başında bizleri izleyen aziz milletimizi saygıyla hürmetten selamlıyorum.”