Hatay Milletvekilimiz Necmettin Çalışkan, mecliste düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

İnsanlık tarihinin gördüğü en trajik dönemlerden birisinin yaşandığını ifade eden Çalışkan, “Hiroşima’ya atılan atom bombasının iki katı bomba, bu süre içerisinde Gazze’ye atılmıştır. Bugün üzüntü verici taraf bütün insanlığın bu vahşete, soykırıma sessiz kalmasıdır. Bugün Gazze halkı ne kadar dirençliyse küresel emperyalistler o kadar azgın. Daha acı verici taraf ise bütün İslam dünyasının bu yaşananlara seyirci kalması. Bugünlerde batılı emperyalist devletlerin girişimiyle bir ateşkes söz konusu. Ne var ki bu ateşkes Filistin halkını düşünerek insani amaçlarla barışa yönelik bir ateşkes değil. Bu ateşkesin amacı Gazze’de Filistinlilerin elinde esir bulunan İsraillilerin ve yabancı vatandaşların serbest bırakılmasına yönelik. Oysa burada insani anlamda savaşın durmasına yönelik hiçbir ateşkes girişimi söz konusu değil. Daha acısı bütün İslam dünyasının bu yaşananlara seyirci kalması. Burada şunu net ifade etmemiz gerekir ki İslam ülkelerinin hiçbirinde İsrail'i durdurmaya yönelik bir girişim yok. Aksine bütün hepsi İsrail'in merhametini, insafını bekliyor. Bekliyorlar ki İsrail katliama dur desin, insafa gelsin, yorulsun, vahşetini durdursun. Biz de bunun peşinden ölüleri defnedelim, yaralıları tedavi edelim, Gazze’ye gıda yardımı gönderelim, insani yardımı gönderelim. Veya bize imkan verilsin Gazze’yi imar edelim. Tabi bütün bu girişimler tamamen perişanlık içerisinde bu süreci beklememizin en bariz göstergesi.

Hatay Milletvekilimiz Çalışkan: "Hükümetin Görevi Felaket Tellallığı Yapmak Değildir!" Hatay Milletvekilimiz Çalışkan: "Hükümetin Görevi Felaket Tellallığı Yapmak Değildir!"

Gazze’nin Tahliye Girişimleri

Burada ikinci önemli tehlike ise Gazze’nin tahliye planı. Gazze, Filistinlilerin bütünüyle boşaltıldığı tahliye edilip başka yerlere taşınması düşünülen bölgeye İsrail'in tam hakimiyetinin sağlanacağı ve İsrail'in Süveyş Kanalı’na muadil yeni bir kanal girişiminin planı yürütülüyor. Bu Gazze’nin tahliyesine ilişkin teklif Mısır hükümetine sunuldu. ‘Sina’ya Gazzelileri taşıyalım, bunu bir körfez ülkesi finanse etsin ve Mısır'ın borcunu silelim’ dendi. Ama Mısır hükümeti bize gelen bilgiye göre bu teklifi, güvenlik sorunu oluşturacağı gerekçesi ile reddetti. Ne var ki bu teklifin benzerinin ülkemize de yapıldığı yönünde ciddi duyumlar var. Zaten geçen Amerika Dışişleri Bakanının ülkemize gelmesinin bu tekliflerle aynı döneme örtüşmesi de bir tesadüf olmasa gerek. Bugün bir takım sivil toplum örgütlerinin de maşa olarak kullanılmasıyla kadınların, çocukların tahliye edileceği, Türkiye'ye yerleştirileceği gibi bir sinsi girişim büyük bir ihanettir. Bu ihanet Gazze’nin ve Filistin’in bütünüyle kaybedilmesi, İsrail hakimiyetinin bölgede tam olarak sağlanması anlamına gelir. Zaten İsrail'in bölgede tam hakimiyet sağlamasından hemen sonra da artık tehlike kapımızdadır. Büyük İsrail'in hedefi olan Nil ile Fırat arasındaki büyük devlet kurma arzusu başta Hatay, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, Diyarbakır olmak üzere Kapadokya'daki sınıra kadar 22 ülkenin de İsrail'in hedefinde olduğu gayet açıktır. Dolayısıyla bugün Gazze’de yaşananlar sadece insani, sadece imani bir görev değil aynı zamanda milli güvenlik sorunumuzdur. Bu tehlikeyi artık herkes açık açık görmek zorundadır.

Konuşuyorlar Ama İş Yapmıyorlar

13 Kasım tarihi Siyonist Katil İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez'in Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde milletvekillerine alkışlatılarak konuşma yaptığı tarihin yıldönümüdür. Bu tarihi de bir şekilde kayıtlara geçmek, tarih önünde sorumluluğu hatır alma açısından önemlidir. Bu katil, daha sonra Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde de karşılanmış; askerimize siyonist işgalci katillerin bayrağı taşıtılarak tarih önünde önemli bir hataya da düşülmüştür. Burada yine şunu belirtmek isterim ki iktidar mensuplarının ısrarla diplomatik girişimlerde bulundukları, sürekli telefonla başka liderlerle görüştükleri, son derece üzüldükleri gibi bir iddiaları sürekli tekrarlanmaktadır. Evet, bu arkadaşlar konuşuyorlar ama iş yapmıyorlar. Bizim gayemiz buradaki girişimin algıya yönelik, iç kamuoyunu yanıltmaya yönelik ya da bir takım çevrelere mesaj vermeye yönelik değil. Aksine Gazze’de süren vahşetin durdurulmasıdır. Bu yapılmadığı sürece; ‘diplomasi yürütüyoruz, telefonla görüşüyoruz, üzülüyoruz’ gibi iddialar tamamen havada kalır. Maalesef ki biz Gazze konusunda doğruları konuşmaya çekinirken birileri; yalan konuşmaktan hiç çekinmiyor, zerre kadar tereddüt etmiyor.

Filistin’de Yaşanan Hadiseler Miting Malzemesi Olmaktan Öte Geçmiyor

Evet, ‘Filistin kırmızı çizgimizdir’ deniyor ama bu kırmızı çizginin neresi olduğunu da bilmiyoruz. Burada bir tarihi anekdotu hatırlatmak isterim. Tarihteki Endülüs Devleti yıkılırken son şehir Gırnata’yı komutanı Abdullah teslim etmiş ardından şehrin tepesine çıkıp hıçkırıklarla ağlamıştı. O zaman annesinin yüzlerce yıldır tarihe mal olan şu sözü bu günde zihinlerimizde kulaklarımızda çınlamalıdır. O zaman Abdullah'ın annesi demişti ki; ‘sen erkekler gibi savunmadın, şimdi kadınlar gibi ağlıyorsun.’ Bugün eğer biz Gazze’yi gerçek anlamda savunmazsak, yarın ağlama bizim de kapımıza gelecektir. Maalesef bugün ülkemizde Filistin'de yaşanan hadiseler sadece miting malzemesi, sadece birer gösteri malzemesi olmaktan öte geçmemektedir. Sivil toplum örgütlerinin ve vatandaşların bireysel girişimini takdirle karşılıyoruz. Ancak iktidara düşen görev eylem yapmak değil bizzat icraat yapmaktır. Maalesef Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin değerli milletvekilleri bile herhâlde iktidar partisine mensup arkadaşlar hâlen iktidar partisini milletvekili olduklarının bilincinde değiller hâlâ sanki milletvekili olduklarına inanmıyor. Meclisin bahçesinde çaresiz bir vatandaş gibi ellerine fotoğraf alarak katliamı protesto ediyor. Hâlbuki o vekillere tavsiyem; çok daha kolay yapacakları şey var. 20 tane onurlu vicdanlı iktidar milletvekili bir deklarasyon yayıp; ‘Sayın Cumhurbaşkanım, İsrail'le ilişkileri askıya almazsanız biz partimizle ilişkileri askıya alıyoruz.’ deseler inanın hemen ciddiye alınırlar. Ama bunu söyleyecek yürek, bunu söyleyecek cesaret, bunu söyleyecek vicdan lazım. Bunu da milletimizin takdirine bırakıyorum.

İsrail’e Verilen Destek Eksilmeden Devam Ediyor

Elbette bugünlerde yaşanan anayasa tartışmasının da zamanlaması son derece manidar. Hani bir ses diyor ki, ‘acaba ülkemizde Filistin desteği hat safhaya çıkmışken, bütün halkımız doğudan batıya, Edirne’den Hakkari’ye, yurdun dört bir yanında Filistin-Gazze duyarlılığı gösterirken; birileri gündem değiştirmek için mi böyle bir hususu gündeme getirdi? İhanetlerini örtmek için mi yaptı?’ diye bu soru maalesef zihinlerimizde. Evet, bugün Filistin'de yaşanan katliam sıradanlaştı, sıradan bir haber gibi verilmeye başlandı. Oysa bugün ta katliamın başından bugüne kadar katil İsrail'e verilen her türlü destek hiç eksilmeden devam ediyor. Halen barut satılıyor, halen savunma sanayinin ham maddesi olan demir çelik ihracatı devam ediyor. Çimento gidiyor, akla gelebilecek bütün destek sayılabilecek bütün malzemeler yüklenmeye devam ediyor. Çok hazindir ki Gazze’de Şifa Hastanesi’nde mazot olmadığı için yakıtsızlıktan bebekler ölürken İsrailli katillere gemiler dolusu mazot bu iktidar tarafından gönderiliyor. Bugün yapılması gereken şey, en azından savaş bitene kadar İsrail'e yapılan tüm sevkiyatın durdurulmasıdır. Yapılması gereken şey, savaş bitene kadar İsrail'e yönelik hava sahasının kapatılmasıdır. Yapılması gereken şey, İsrail'e istihbarat bilgisi sağlayan Malatya Kürecik Üssü’nün kapatılmasıdır. Yapılması gereken şey, Amerika’nın ve NATO'nun kontrolünde olan İsrail'i destekleyen Adana'daki İncirlik Üssü’nün faaliyetlerini acilen durdurmasıdır. Bunların hiçbiri yapılmazken İsrail'e her türlü destek verilmeye devam edilirken bir taraftan da ‘diplomasi yürütüyoruz’ demek ancak bunlara nasip olur. Bu neye benzer? Podyumdan çıkıp, nargile kafeden çıkıp boynuna Filistin atkısı takarak Filistin'e ne kadar destek veriliyorsa; mazot göndererek ama telefon diplomasisiyle de Filistin'e destek ancak bu kadar olur. Maalesef bunları hepimiz yaşıyoruz. İşte bütün bunların sonucunda bu yapılan şey adeta Filistinlilerle, bütün İslam alemiyle dünyanın bütün vicdanlı insanlarıyla dalga geçmekten başka bir şey değildir. Net olarak tekrar ediyorum ki İsrail'e dünyada lojistik-fiziki desteği en fazla veren bölgedeki ülke Türkiye'dir. Belki diğer komşu ülkelerin liderleri daha uzak insanlar ama onlar haklarından çekindiğinden, normalleşmeyi sağlamadıklarından, imkanları olmadığından hiçbir şekilde Türkiye kadar İsrail'e destek veren başka bir ülke yoktur. Bu ayıp da hepimize yeter.

Saadet Partisi’nin Konuşmaları Rahatsız Ediyor

85 milyon olarak hepimiz iktidar mensupları da dahil olmak üzere üzülüyoruz. Ama üzülmenin gereğini biz muhalefet olarak burada doğruları söyleyerek yapıyoruz, iktidara düşen görev ise icraat yapmaktır. Aslında iktidar partisinin, Saadet Partisi’nin bu konuşmalarından da rahatsız olmaması gerekir. Eğer Filistin'e destek konusunda samimi ise bizim buradaki konuşmalarımız insaflı olsalar kendi ellerini rahatlatır. İç kamuoyunun tepkisine dayanamadık, onun için durdurduk diyebilirler ama bu fırsatları da teperek ellerin tersiyle iterek İsrail'le her geçen gün desteklerini sürdürüyorlar. Zaten AK Parti'nin Fazilet Partisi’nden ayrılıp iktidara gelirken söz verdiği üç husustan birisi de Büyük İsrail Projesi’ne, Büyük Ortadoğu Projesi’ne destek vermekti. Bugün bu sözün ne anlama geldiğini bir kez daha üzüntüyle görüyoruz. Onun için bütün kamuoyuna seslenerek diyorum ki, Milli Görüş siyasetine mensup duyarlı vicdanlı insanlar asla herhangi bir masum sivilin katliamına ortak olmazlar. Bu arkadaşlarla aramızdaki farkı göstermesi açısından bugünkü duruş da son derece önemlidir. Burada Filistin konusunu gündemde tutmaya devam edeceğiz, Filistin ile ilgili bir adım atılıncaya kadar. Ama işbaşındakilerin bu desteklerinden hiçbir şekilde vazgeçmeyeceklerini de üzülerek görüyoruz. Çünkü o sözleri İsrail'e destek içindi. Eğer İsrail'e desteklerini çekerlerse zaten işbaşında tutulmayacaklarını da biliyorlar.

Akademisyenlerin Problemleri

Akademisyenlerin problemi ile ilgili bazı hususları paylaşmak isterim. Ülkemizde kamu çalışanları içerisinde en zor durumda bulunan kitlelerin belki de başında akademisyenler geliyor. 12 Eylül 1980 İhtilali ile kurulan darbe ürünü YÖK halen gündemde, halen YÖK işbaşında. İktidara gelen herkes YÖK’ü kaldırmaktan, değiştirmekten söz ederken; işbaşına geldikten sonra, çok kullanışlı bir aparat olduğunu gördüğünden bu konuda ses çıkarmıyor. Bakın bugün herhangi bir İlçe Tarım Müdürlüğü’nün çaycısının kadrosu iş garantisi varken herhangi bir akademisyen doçentlik kadrosu alıncaya kadar 20 yıl süreyle geçici sözleşmeli işçi statüsündedir. Herhangi bir akademisyen 20 yıl boyunca, her yıl bunu tekrar eder. Görev süresi dolar, yeniden üniversite yönetimine iş başvurusu talebinde bulunur, belgeleri takdim eder. Önce bölüm başkanı, ardından fakülte yönetim kurulu, ardından rektörlük onaylar; sonra bir yıl daha görev uzatılır. Bu yaşanabilecek en kötü durumdur ama bu fiilen yaşanmaktadır. Bunun dışında akademisyenler gelir düzey itibariyle sıradan bir memurdan çok az alacak duruma gelmiştir. Üniversitedeki doçentin odasını temizleyen odacının maaşı doçentten fazladır. Odacıya arada bir ikramiye maaş verilmekte ama doçent ulaşımını kendi sağladığı gibi bütün ihtiyaçlarını, araç giderlerini kendi sağlamaktadır. Zaten bir akademisyenin sürekli takip etmek zorunda olduğu yayınlar, abonelikler, sempozyumlar, yayınlar, dergi basımları ve kitap neşriyatı gibi giderlerini düşündüğümüzde bugün akademisyenlerin ne halde olduğu net bir şekilde görülür. Bununla beraber YÖK üniversitelere özellik tanıdığından üniversitelerin her bir ayrı bir derebeyliktir. Bu açıdan üniversitelerde mobink, herhangi bir kurumda olandan çok daha fazladır. Üniversitelerde ciddi bir hiyerarşik yapı söz konusudur. Çünkü 20 yılınızı verdiğiniz akademik hayatınızda karşı karşıya geldiğiniz bir bölüm başkanının iki dudağı arasında, insafında kaldığından göreve devamınız pekala görevinize son verilebilir. Bu da ciddi bir mobink oluşturması açısından önemlidir. Tabi her üniversite özerk olduğundan bazı üniversiteler, akademisyenin odasında kullanacağı sandalyeyi masayı da dahi vermemektedir, her şeyi akademisyenin kendisinin alması istenmektedir. Ülkenin geleceği için lokomotif görevi görmesi gereken, ülkemizin bütün kamu yöneticilerini de eğiten, öğreten akademisyenlerin bu durumu ülkemizin geleceği açısından da son derece endişe vericidir. Nihayetinde üniversite mezunlarımızın ne hâlde olduğu, akademisyenlerin sosyal psikolojik fiziki şartlarından anlaşılabilir.”

DSC_4978DSC_4958DSC_4928DSC_4918DSC_4914DSC_4894DSC_4878DSC_4870

Editör: Saadet Gündem