Genel Başkanvekilimiz Sabri Tekir, TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşmada gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Tekir, konuşmasına İran’a başsağlığı dileyerek başladı.

“Dünya Siyonist Vahşetin Karşısında Filistin’in Yanında Durdu, Türkiye İse Ticarete Devam Ediyor!” “Dünya Siyonist Vahşetin Karşısında Filistin’in Yanında Durdu, Türkiye İse Ticarete Devam Ediyor!”

Helikopter kazası sonucu hayatını kaybeden dost ve komşumuz İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'yi ve beraberindekileri rahmetle anıyorum. Dost ve kardeş ülkemiz İran'a başsağlığı diliyorum.” diyen Tekir, şunları kaydetti:

“Vefatlarıyla ilgili şüphelerin giderilmesini, olayın tüm yönleriyle aydınlatılmasını dünya barışı ve güvenliği için gerekli görüyorum ve temenni ediyorum. İşgallere sömürülere, soykırımlara, kısacası mevcut dünya düzenine karşı verilen şanlı bir mücadele vardı. Aslında Gazi Meclisimiz böyle bir şanlı mücadelenin sonucunda tesis edilmiş, kurulmuş bir meclistir. İşte böyle bir meclisin çatısı altında bir araya gelmiş bulunuyoruz.

İNSAN HAKLARININ EN ÇOK ÇİĞNENDİĞİ 2 YÜZ YIL OLDU

İnsanlığın son 2 yüz yılı aslında barışın, adaletin, insan haklarının en çok konuşulduğu bir dönem olmuştur. Ama üzülerek ifade etmem gerekiyor ki yine barışın, adaletin ve insan haklarının en çok çiğnendiği ayaklar altına alındığı 2 yüz yıl da yine bu dönem olmuştur. Ve bu 2 yüz yıl tarihe böylesine bir şekilde geçmiştir. Bu çağda sözde barış güçleri ne kadar barış derdine düşmüşse o kadar savaş çıkmıştır ya da çıkarılmıştır. Adaletin sözde koruyucuları ne kadar adalet sözünü etmişlerse ilginçtir o kadar zulmetmişler ve zulüm üretmişlerdir. Sözde insan hakları, çocuk hakları savunucuları ne kadar insan hakkından bahsetmişlerse çocuk hakkından bahsetmişlerse bu hakların en çok ihlal edildiği dönemler yine bu dönemler olmuştur. İnsani yardımdan dem vuranlar bir o kadar sömürü politikası izlemişler, sömürgeci politikalar uygulamışlardır. Dünyanın özellikle Afrika gibi ülkelerin sömürgeleştirilmesi böyle bir döneme tekabül etmektedir. İşte bundan dolayı her yıl tarihte yaşanan acı soykırımları Türk ve İslam dünyası olarak belirli aralıklarla anar hale gelmiş bulunuyoruz. Ama sadece bu dünyada değil, yani Türk ve İslam dünyasında değil, insanlığın muhtelif bölgelerinde benzer bir durum vardır. Kırım'da 19. yüzyılın sonunda ve de 20. yüzyılın tam ortasında yaşanan Tatar sürgünü ve soykırımı bunlardan bir tanesidir. 20. yüzyılın son çeyreğinde modern dünyanın gözleri önünde ve hatta himayesinde yaşanan Bosna-Hersek’de yaşanan Srebrenitsa katliamı bunlardan bir tanesidir. Yine aynı şekilde daha son hatıralarda taze olarak bulunan Hocalı Katliamı da bunlar arasındadır.

ÇERKEZ SOYKIRIMI

Dün 21 Mayıs 1864 yılında yaşanan büyük Çerkez sürgünü ve soykırımının 160. yıl dönümüydü. Yüz binlerce Çerkez'in katledildiği 1 milyon 500 bini aşkın Çerkez'in de kadim dönemlerden biri üzerinde yaşadıkları yurtlarından sürgüne gönderildiği bir tarih. Aslına bakılırsa insanlık tarihine kara bir leke olarak geçen soykırımdan ibaret ve daha sonrasında hayatını bir kaybeden binlerce insan. İşte onları bir kez daha rahmetle anıyoruz. Ülkemizde milletimizin ayrılmaz bir parçası haline gelmiş 19. yüzyılın savaşlarında bunalmış gücünü yitirmiş bir topluma taze kan olarak gelmiş ve oradan gelen insanlarımız ve Anadolu insanı arasında et ve tırnak misali birbirlerine kardeş haline gelmiş bu vatandaşlarımız her yıl 21 Mayıs'ı Büyük Çerkez Sürgünü olarak anıyorlar. Bizler de bu vatandaşlarımızın acısına ortak oluyoruz.

ULUSLARARASI ALANDA TANINSIN

Aslına bakılırsa acıya ortak olmak mücadeleye ve adalet anlayışına da ortak olmak demektir. Bugün gazi meclisimizin çatısı altında Çerkez vatandaşlarımızın Türkiye Cumhuriyeti'nin yürüteceği diplomasiyle ata vatanları ile ilişkilerinin güçlendirmesine katkıda bulunmasını sağlayacak çalışmaların yapılmasını da temenni ediyoruz. Bununla birlikte Türkiye'de yerel ve merkezi kamu kurumlarının sorumluluğunda Kafkasya'dan göç eden bu vatandaşlarımızın dil, kültür ve kimliklerinin korunmasını ve geliştirilmesini sağlayacak çalışmaların yapılması var olan bu çalışmaların daha etkin hale getirilmesinin gerektiğine inanıyoruz. Çerkez sürgünü ve soykırımının uluslararası düzeyde de tanınması için öncü rol üstlenilebilecek mekanizmalar vardır.

SOYKIRIMLARLA YÜZLEŞİLMELİDİR

Dünya aslına bakılırsa yine tarihte yaşanan soykırımlarla yüzleşmelidir. Hangi olursa olursa olsun hangi kıta olursa olsun netice itibariyle insanlık tek bir alemdir ve dolayısıyla insanlığın maruz kaldığı bu tür soy kırımlar mutlaka lanetlenmeli ve insanlık bununla yüzleşmelidir. Günümüzde kanlı ve canlı olarak yaşadığımız soykırımlar eğer bir gün son bulacaksa bu da ancak işgalcileri hüsrana uğratacak böyle bir yüzleşme ile mümkün olabilecektir. İşte Doğu Türkistan bunlardan bir tanesi. İşte hala kanayan kayyara ve büyük katliamların gerçekleştirildiği Filistin bunlardan bir tanesi. Gözümüzün önünde gün be gün en ağır soykırımlara maruz kalan topluluklar. Biz yaşarken her yıl andığımız soykırımlara yeni soykırımlar eklenmekte maalesef.

Sorumluluk diyebildiğimiz bir şey tarih boyu adaleti baş üstünde tutmuş ve mazlumların hamilini yapmış olan aziz milletimizin şiarından bir tanesidir. Sizlerin, bizlerin, hepimizin vicdani sorumluluk taşıyan tüm insanlığın omuzlarına yüklenmiş olan bir görevdir.

ADALETTE OTORİTE OLDUĞUNU İDDİA EDEN ÜLKELER ACINASI BİR HALE DÜŞMEKTEDİR

Ancak mevcut dünya düzeninde maalesef güçlüler güçlerini zalimin zulmüne ortak olmak için kullanmaktadırlar. Yine mevcut dünya düzeninin uluslararası ceza mahkemesi soykırımcılarla zulme karşı direnenleri aynı kefeye koymakta aynı şekilde cezalandırmayı tercih etmektedir. Nitekim Uluslararası Ceza Mahkemesi geçtiğimiz günlerde İsrail Başbakanı Netanyahu ve İsrail Savunma Bakanı Gallant hakkında tutuklama kararı talebinde bulunmuştur. Fakat aynı mahkeme aynı gün hayatını özgür Filistin'e adamış, işgale ve soykırıma direnen İsmail Heniyye hakkında da tutuklama kararı verme cihetine gitmiştir. Adalette insan haklarında barışta kendilerini otorite olarak dünyaya kabul ettirenler zalimle mazlumu ayırt edemeyecek kadar acınası bir hale düşebilmektedirler. Vicdanı karardığı adalet terazisi şaştığı için doğru tavır sergileyemeyenler dönüp bir baksınlar. Zalime nasıl meydan okunur, mazluma nasıl kol, kanat gerilir, bunlarla ilgili şanlı tarihimizde onların örnek olarak alabilecekleri çok büyük emsaller vardır.

İSMAİL HENİYYE HAKKINDA ÇIKARTILAN TUTUKLAMA KARARINI REDDEDİYORUZ

Bu nedenle biz İsmail Heniyye hakkında çıkarılan tutuklama kararını açıktan reddediyoruz. Netanyahu soykırımcılığın hazin sonunu tadacak diye de asla teskin olacak değiliz. İnsanlığın gözleri önünde işleyen cinayetlerin katliamların öyle kolay kolay teskin edilebilmesi de mümkün değildir. Biz İsrail'in yürüttüğü soykırımın Netanyahu'nun şahsına indirgenmesini asla doğru bulmuyoruz. Temsil ettiği ırkçı, emperyalist, siyonist zihniyetin zulmü olarak değerlendiriyoruz. Bu varlığını sadece işgallere ve soykırıma refahını ise sömürüye borçlu olanlara mahsus bir çukur olarak telakki ediyoruz. Bu bir zulüm çukurudur.

TÜRKİYE HER ANLAMDA GÜÇLÜ OLMAK MECBURİYETİNDEDİR

Biz Türkiye olarak zulüm ile abat olacağını sananlardan barışa ve adalete ilişkin başkalarından asla medet umacak da değiliz. Elbette ki tarihimizden ve inancımızdan aldığımız güçle kendi yol haritamızı yine kendimiz çizmek mecburiyetindeyiz. Şüphesiz ki bugün coğrafyamızda yaşanan zulüm ve işgaller, aslına bakılırsa yarın ucu bize dokunacak olan zulüm ve işgallerdir. Mazlumların ayağa kalkması için Türkiye her anlamda kendini toparlama ve her açıdan güçlü olmak mecburiyetindedir. Bundan dolayıdır ki Türkiye en başta ekonomisi olmak üzere içine sürüklenmiş olduğu bu darboğazdan çıkmak mecburiyetindedir. Üzüntüyle belirtmek gerekir ki gidişat öyle hiç iç açıcı değildir.

TÜRKİYE’DE HER 4 KİŞİDEN BİRİSİ YARDIMA MUHTAÇ

Ülkemizde son 9 yılda muhtaç hane muhtaç hane yani aile sayısı yüzde 65,4 nispetinde artış kaydetmiştir. Neredeyse 5 milyon hane bugün yardıma muhtaçtır. 5 milyon hane demek aslında 20 milyon insanın muhtaç halde bulunması demektir. Yani her 4 kişiden biri yardıma muhtaç haldedir veya muhtaç hale getirilmiş bulunmaktadır. Bunlara 10 bin TL maaş alan boğaz topluluğuna yaşamak zorunda bırakılmış olan emeklileri de dahil ettiğimiz zaman Türkiye'nin manzarasını çok daha net bir şekilde tahayyül edebiliriz.

TÜRKİYE CAN ÇEKİŞİYOR

Öte yandan yıllar içinde yapılan sosyal yardımların niteliği ve niceliği de düşmüş bulunmaktadır. Türkiye gün geçtikçe daha çok haneye daha az yardım eden bir yönetimin elinde can çekişir durumda bulunmaktadır. Oysa güçlü bir ülke demek aslında yıldan yıla daha az haneye daha nitelikli yardımda bulunabilen ülke demektir. Bir başka ifadeyle yardıma muhtaç halden kurtarılmış olan aile sayısının çok yüksek olduğu bir ülke demektir. Bütün bu gidişatın asıl sebebi iktidarın ekonomi zihniyetidir. Adını güncellese de bakanlarını değiştirse de iktidarın ekonomi politikası ilginçtir, al-sattan öteye geçememektedir. İktidarın en bariz özelliği olarak böyle bir al-satçılık öne çıkmış bulunmaktadır. Üretmek yerine ülkeye döviz girsin de nereden gelirse gelsin zihniyetiyle yürütülen bu ekonomi politikası sonucu ülkemizin tüm kaynakları yabancı yatırımcılara peşkeş çekilmiştir. Hala da çekinmektedir.

GENÇLER HEBA EDİLİYOR

Şimdi yine Türkiye'yi sıcak para cennetine dönüştürerek bir çıkış yolu arayan politika izlenmektedir. Ama nafile. Bu bir çıkış yolu değildir arkadaşlar. Çıkmaz sokağın ta kendisidir. Türkiye Avrupa'da en genç nüfusa sahip olan bir ülkedir. Dolayısıyla de son derece dinamik bir demografik yapısı dinamik bir sosyal yapısı vardır. Bundan daha büyük bir nimetin olabilmesi mümkün değildir topluluklar açısından. Böylesi bir potansiyel gücün heba edilmesi de fevkalade talihsizliktir. Böylesine genç bir nüfuz nasıl olur da üretimde değerlendirilemez anlamak mümkün değildir. Hükümetin politikasını bu nedenle hayretle karşılıyoruz. Gençleri heba eden bir devletin politika olarak benimsendiği bir başka ülkeyi tahayyül etmek de mümkün değildir.

GENÇLERİMİZİ KAYBEDİYORUZ

2020 yılında Yeditepe Üniversitesi tarafından bir araştırma yapılır. Bu araştırmaya göre 18-29 yaş grubundaki gençlerin yüzde 76’sının yurt dışında yaşamak istediği ortaya çıkıyor. Düşünebiliyor musunuz? Gençlik kitlenizin yüzde 76 sizin ülkenizde, sizin kurduğunuz ekonomik düzende, sosyal düzende, kültürel düzende veya vaat ettiğiniz refah seviyesini yakalamadı, yakalayamadığından dolayı başka bir yerde yaşamak istiyor. Aradan tam 2 yıl geçiyor ve TÜİK yine benzer bir konuda kendi verilerini açıklıyor. 2022 yılında gençlerle ilgili açıklanan verilerde var olan hükümler veya veriler şunlar. Türkiye'den göç edenlerin yüzde 28.6'sı bir başka ifadeyle 4 gençten bir tanesi. 29 yaş grubu aralığındadır. Beyler gençlerimizi kaybediyoruz. Ülkemiz yetişmiş insan gücü itibariyle vakumlanan ülkeler arasında hem de en başında yer almaktadır. Bu tehlikeyi özellikle dikkatlerinizi arz etmek istiyorum. Bu verinin yorumu şudur. Bir başka aktaracağım veri aslında bu yorumu kendisi yapmaktadır. Peki gençlerimiz neden göç etmek istiyorlar? İşte TÜİK'in verisi. Türkiye'de gençlerin yüzde 24,2’si ne eğitimde ne de istihdamda. Bir başka ifadeyle her 5 veya 4 gençten birisi ne okuyor ne de çalışıyor. Yani bir başka ifadeyle boşta geziyor. İşsiz geziyor. Ne kendisine geçimini temin edebilecek bir uğraşı içerisinde ne ailesinin geçimine katkıda bulunabilecek bir uğraşı içerisinde. Yani bu gencin kendisini de umutsuzluğa sevk ediyor, ailesini de umutsuzluğa sevk ediyor. Buna öyle bir tabloyu ortaya çıkarmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Türkiye'de gençlerin durumu maalesef böyle.

HER 3 GENÇTEN SADECE BİRİSİ ÇALIŞABİLİYOR

Ülkemiz genç nüfusunun normal olarak istihdamına baktığımız zaman ortadaki tablo şu. İstihdam oranı sadece ve sadece yüzde 35. Bir başka ifadeyle ülkemizde yaklaşık her 3 gençten sadece birisi çalışabiliyor. Ama bu çalışanların önemli bir kısmı yarısından fazlası ve hatta daha da fazlası sadece hizmet sektöründe çalışıyor. Düşünün ki çalışan ne kadar gencimiz varsa bu gençlerin yarısı hizmet sektöründe görev yapıyor. Peki bu gençlerin kaçı üniversite mezunu? Kaçı yetiştiği alanda herhangi bir göreve atanamadığı veya iş bulamadığı için hizmet sektöründe çalışmak zorunda kalıyor. Bir tarafta eğitim fakültesi mezunları, bir tarafta ziraat fakültesi mezunları, bir tarafta bu fakülte, bu fakülte mezunları. Bunların hemen hepsi başka bir takım sektörlerle çalışmak mecburiyetinde kalıyor. Halbuki o fakültelerin hizmetlerini sürdürmesi, insanları yetiştirmesi konusunda milletimizin çok büyük maliyetlere katlanması söz konusu. Uzun uza diye üzerinde düşünülmesi gereken konulardan halledilmesi yani çözüm üretilmesi gereken konulardan bir tanesi de bu. Aslına bakılırsa bir gençlik bir nesil heba ediliyor.

HER 2 GENÇTEN BİRİSİ MUTSUZ

Başka türlü bunun nitelendirilmesi mümkün değil. TÜİK'in 2023 verilerinden bir tane daha dikkatinizi çekiyorum. 18-24 yaş grubu arasındaki gençlerimizde mutluluk oranı sadece ve sadece yüzde 54. Yani onların gençlerin yarısı kendilerini mutlu hissetmiyor. Her 2 gençten biri mutsuz. İleriye doğru umutsuz. Ve de eğer gençlik mutsuz ve ileriye doğru umutsuzsa o ülkenin geleceği de tehlikeli demektir. Geleceğinde beka meselesi ön plana geçmiş demektir. O halde bu verilerin şu anda da olumlu yönde seyretmemiş olması bizim çok daha dikkatli bir takım politikalar üretmemizi gerektirmektedir. Aklımızı başımıza almak mecburiyetindeyiz. Bu ülkeyi kurtaracak olanlar dışarıdan sıcak döviz getirecek yabancı yatırımlar, yatırımcılar değildir.

BU ÜLKEYİ KENDİ ÖZ GENÇLİĞİMİZ KURTARACAK

Bu ülkeyi kurtaracak olanlar, kalkındıracak olanlar yine kendi öz gençliğimiz olacaktır. Sahip olduğumuz bu hazinenin, gençlik hazinesinin kıymetini bilmek mecburiyetindeyiz. Bir üniversite hocası olarak açıkça söylüyorum. Bunların kıymetini bilmediğimiz ve bunları iyi değerlendirmediğimiz takdirde sonunda karşılaşacağımız pişmanlık hiç geri dönülüp dönülüp telafi edilebilecek şekilde bir pişmanlık olmayacaktır. Dışarıdan gelen geçici sıcak paraya değil, bu milletin yetiştirdiği gençliğe güvenmek mecburiyetindeyiz. Bu milletin yetiştirdiği gençliğe güvenmek mecburiyetindeyiz. Üretime yönelik bir ekonomik sistemle kalkınmaya çalışmak mecburiyetindeyiz. Türkiye'nin bütçesini de bu faizci kapitalist sistemin zalim pençesinden kurtarmak mecburiyetindeyiz.

TÜRKİYE KİMSENİN BABASININ ÇİFTLİĞİ DEĞİL

Açıkça ifade ediyorum. Türkiye hiç kimsenin babasının çiftliği değildir. 2024 yılının sadece ilk 4 ayında faize 364-365 milyar lira ödemek zorunda kalmışızdır. Bu nedir Allah aşkına? Yıl sonunda bu miktarın 1 trilyon 254 milyar lirayı aşacağı tahmin edilmektedir. Bu millet kimler için çalışmaktadır? Siz miyobik politikalarınızla bu aziz milletin göz göre göre sömürülmesine, köleleştirilmesine nasıl müsaade edersiniz? Asgari ücrete zam yaparken kılı kırk yaran sizsiniz. İktidar olarak siz böyle bir yöntem takip ediyorsunuz. Emekliye zam söz konusu olduğunda bu zammı bu bütçe nasıl kaldırsın diye sızlanan da sizsiniz. Ama bu büyük miktarlardaki faiz ödemelerini de hiçbir şekilde içiniz sızlamadan yapmak durumunda kalıyorsunuz. Şimdi biz soruyoruz. İyi de bu bütçe bu kadar büyük bir faizi nasıl kaldırsın? Asgari ücretle evini geçindirmek için 7-24 çalışan vatandaş sizin bu miyobik politikalarınızın bedeli olan bu faiz yükünün altından nasıl kalkabilsin? Maaşını yetirebilmek için yediği lokmadan kısan emekli siz faize para aktarın diye daha ne kadar yediği lokmadan kısıntı yapacak? Vatanına, milletine hizmet etmek için kendini yetiştiren öğretmenlerimiz, doktorlarımız, devlet memurlarımız sizin bu faiz ödemelerinize nasıl yetişebilsin? Veya bunları gerçekleştirmek için geçim derdine nasıl katlanabilsin? Biz artık iktidarın insanımızı gün be gün yoksullaştırmasını hatalı ekonomi politika olarak asla yorumlayamıyoruz. Gençlerimizi işsiz bırakmasını kendi gencimizin kendi ülkesine dair olan ümitlerini yok edişini asla hata olarak geçiştirmiyoruz. Milletimizin bütün kaynaklarının sömürüye açık hale getirilmesini gaflet olarak da tanımlayamıyoruz. Mesele bunun çok ötesindedir. Artık hatalar çok farklı boyutlar kazanmak üzeredir. Ve bu ihtimal çok yüksektir. Onun için bütün siyasi partilerimizin bütün sivil toplum kuruluşlarımızın bunun bilincinde olarak yeni politikalar, yeni siyasetler ve yeni hareketler geliştirmek mecburiyeti vardır.

GERÇEKÇİ EKONOMİK TEDBİRLER HAYATA GEÇİRİLMELİDİR

Sözde tasarruf tedbirleriyle insanımızın gözünde kaybettiği itibarını yeniden kazanmaya amaçlayan iktidarın asıl yapması gereken Türkiye'nin yarınlarını kazanacak gerçekçi ekonomik tedbirleri hayata geçirmek olmalıdır. Milletimizi yoksullaştırmak demek aslında ülkemizi güçsüzleştirmek demektir. Ne milletimiz ne de ülkemiz. Böyle bir uygulamayı asla ve asla hak etmemektedir. Biz Saadet-Gelecek grubu olarak yürüteceğimiz siyasetle, mecliste vereceğimiz mücadeleyle insanımıza yapılan tüm haksızlıkların önüne geçmeye çalışacağız. İktidarın milletimize karşı yeni hatalar yapmasına mani olmaya çalışacağız. Bunun için de en büyük gayretleri ortaya koyacak ve de tekliflerimizi sunacağız. İktidarın bizi takip etmesini uyarılarımızı özellikle dikkate almasını istiyoruz. Fakat tasarruf tedbirleri konusunda olduğu gibi 6 yıl sonra değil uyarılarımızı eş zamanlı olarak dikkate almasının faydalı olacağına inanıyoruz. Bu sadece bizim açımızdan değil milletimiz açısından da bu gerekli iktidarın bizatihi kendi geleceği açısından da bu önemlidir. Bu uyarılar doğrultusunda iktidarı kapsamlı adımlar atmaya davet ediyoruz.”

Editör: Saadet Gündem