Genel Başkanımız Mahmut Arıkan, TBMM Grup Toplantısı’nda gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.
Hem ülkemizin, hem de bölgemizin çok zor günlerden geçtiğine dikkat çeken Genel Başkanımız Arıkan, şunları söyledi;
“Gündemimiz sadece yoğun değil, gündem aynı zamanda tüm hayatımızı kapsıyor. Hani Tanpınar:
‘Türkiye, evlatlarına; kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor’ diyor ya işte buna, bugünlerde bölgemizi de katmak mümkün. Gündemi elbette değerlendireceğiz. Ama bugün konuşmamın başında iki önemli, hem de çok önemli iki konuya değinmek istiyorum.
DÜNYA ENGELLİLER GÜNÜ
Bugün 4 Aralık 2024. Geçtiğimiz gün Dünya Engelliler Günüydü. Bugünün; ülkemizde ve dünyada engelsiz yaşamlara karşı bir farkındalık oluşturmasını temenni ediyorum. Ülkemizde bu konuda maalesef büyük yetersizlikler yaşıyoruz. Engelli kardeşlerimizin eğitim, sağlık, ulaşım, istihdama katılım ve ekonomik refahları ne yazık ki Avrupa ülkelerinin çok gerisinde. Engelli kardeşlerimize hayatın her alanında destek olmak, onların önündeki engelleri kaldırmak, yaşamlarını kolay kılmak toplumdaki her ferdin görevidir. Bu görev en çok da devlete aittir. Engelli kardeşlerimize yönelik projeler, sosyal devlet anlayışının en çok ihtiyaç duyulduğu konulardan biridir.
Türkiye’de milyonlarca kardeşimiz bu statüde yaşıyor. Durum böyleyken gayrisafi yurtiçi hasıladan ayrılan bütçe bu kardeşlerimizin ihtiyaç duyduğu miktarın çok uzağında. Ayrı bir bakanlık kurulması talebimizi bir kez daha gündeme getirmek isterim. Bu konuda Saadet Partisi olarak her türlü desteği sağlayacağız.
Yapılması gerekenler bellidir. Bugün vesilesiyle bir kez daha söylüyorum:
Engelli ve yaşlı aylıklarında, evde bakım ücretlerinde kılı kırk yarmadan, hane halkı endeksli hesaplamalardan daha adil ve birey endeksli hesaplamaya geçilmelidir. Tutarsız sağlık kurulu raporlarından dolayı engelliliğini dahi belgeleyemeyen vatandaşlarımızın mağduriyetleri ortadan kaldırılmalıdır. Sadece engellilerimiz değil onlara bakan fedakâr vatandaşlarımızın da, engellimizden sonra sahipsiz kalmaması için SGK kapsamında güvence altına alınması sağlanmalıdır. Bir kez daha hatırlatmakta fayda görüyorum; her gün, hatta her saniye hepimiz bir engelli adayıyız. Bizler bu konuda yaptığımız çalışmalarla kardeşlerimizin sorunlarını gündemde tutmaya devam edeceğiz. Yeni Nesil Siyasetin en çok üzerinde duracağı konulardan biri de bu konudur.
İŞ BIRAKMA EYLEMİ YAPAN AİLE HEKİMLERİNİN YANINDAYIZ, DESTEKÇİLERİYİZ
Bugün gündeme getirmek istediğim ikinci önemli konu Aile Hekimlerimiz. Son yıllarda çökmeye başlayan sağlık sistemimizin tüm yükü doktorlarımıza ve aile hekimlerimize yükleniyor. Sağlık hizmetlerinde iyileştirme iddiasıyla ortaya konan bütün düzenlemeler, pratikte sağlık çalışanlarının iş yükünü artırıyor, sağlık hizmeti sunumunu daha da karmaşıklaştırıyor. Sonuçta; sağlık sektörünü çetelere bırakan iktidar, Sağlık Bakanlığı eliyle de doktorlarımızı ve aile hekimlerimizi, olması gereken tüm şartlardan uzak bir şekilde çalıştırıyor. Bu hafta, aile hekimlerinin 5 gün sürecek olan iş bırakma eylemi, sağlık sistemindeki köklü sorunların ve adaletsiz düzenlemelerin bir yansımasıdır.
Ben buradan, grev yapan tüm aile hekimlerimizin haklı mücadelelerinde yanlarında olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Talep ettikleri özlük hakları, iş yükünün azaltılması ve maaş iyileştirmeleri son derece haklı taleplerdir. Dün sayın bakan yardımcısı çok talihsiz bir açıklama yaptı; Aile hekimleri için ‘eksikliklerini hissetmedik’ dedi.
Peki, aile hekimlerinin emeğini hissetmek için ne bekliyorsunuz? Tedavisiz kronik hastalar, takipsiz gebeler, yetersiz bebek kontrolleri, ertelenen erken tanılar, raporsuz eğitim ve iş başvuruları, ihmal edilen sağlık taramaları, daha dolu hastaneler mi? Aile hekimleri bu zincirin en güçlü halkasıdır; eksikliği hissedildiğinde iş işten geçmiş olur.
Eksikliklerini hissetmediğiniz şeyin aslında sizin başarısızlığınızın üstünü örtmek olduğunu ne zaman fark edeceksiniz? Aile hekimlerimizin emeğini küçümsemek değil, takdir etmek bir devlet sorumluluğudur! Sonuç olarak; eziyet yönetmeliği olarak kabul edilen sistemin değiştirilmesi mecburiyettir. Hekimlerimizin kabul edeceği, vatandaşa en iyi hizmetin sunulabileceği her türlü düzenlemenin yanındayız, destekçisiyiz!
CUMHURBAŞKANI ÜLKEYİ 20 YILDAN FAZLADIR KENDİSİNİN YÖNETTİĞİNİ UNUTUYOR!
Gündemin Suriye’ye kilitlenmesiyle birçok konu medyada ve kamuoyunda yeterli yer bulamadı. Geçtiğimiz hafta, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 7. Din Şurası düzenlendi. Emeği geçenlere teşekkür ediyor, hayırlara vesile olmasını diliyorum. Ben, Sayın Cumhurbaşkanı'nın şura vesilesiyle yaptığı konuşmanın birkaç yerine dikkat çekmek istiyorum. Çok önemli ayrıntılar var. Öncelikle, Sayın Cumhurbaşkanı, bazen ülkeyi 20 yıldan fazladır kendisinin yönettiğini unutuyor. Ya da kendisini başka bir ülkenin Cumhurbaşkanı zannediyor! Bu kadar uzun süre olunca, ister istemez yönetici körlüğünün, yorgunluğun, deformasyonun oluşması gayet doğal. Bunları biz tolere ederiz de Türkiye artık bu olanlara katlanamaz hale geldi. Kendi konuşmasından yola çıkarak Sayın Cumhurbaşkanına seslenmek istiyorum:
● Yapay bir din oluşturma gayretleriyle, size bağlı ilgili kurumlar nasıl bir mücadele içinde?
● Dijital inanç sistemleri karşısında, Müslümanların tüm değerleriyle korunabilmesi için hangi önlemler alındı ya da alınmakta?
● Medya üzerinden genç nesillerin ifsadına karşı şimdiye kadar ne yaptınız?
● İktidarınız tarafından kontrol edilen ana akım medyanın filmler, diziler, televizyon programları yoluyla, ailemizi, dini değerlerimizi, dindarları hedef almasına karşı aldığınız tedbirler neler? Ya da var mı böyle bir çabanız?
İktidar şikayetlenme yeri midir? Yoksa çözüm üretme, politika belirleme, politikaları hayata geçirme yeri midir? O zaman oturalım, hep birlikte durum analizi yapıp, şikayet mercii arayalım. Ya da CİMER’e yazalım.
TOPLUMDAN UZAKLAŞAN HER EVLADIMIZ ÜLKENİN GELECEĞİ İÇİN BÜYÜK BİR KAYIPTIR
Düzgün bir eğitim alamayan çocuklarımız medyanın, sosyal medyanın karanlıklarına itiliyor. Dünyada büyük bir sorun olarak görülen bu durumu çözmek için bugün birçok ülke yasalar çıkarmaya başladı. Toplumdan, hayattan, duygudan, empatiden uzaklaşan her evladımız bu ülkenin geleceği için büyük bir kayıptır. Bu durumun ehemmiyetini yine Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir sözü ile belirtmek istiyorum:
‘Bir medeniyetin iflâsı nedir, bilir misin?
İnsan bozulur, insan kalmaz.
Medeniyet, insanı insan yapan manevî kıymetler manzumesidir.
Anlıyor musun şimdi derdin büyüklüğünü?
Cahilsin; okur öğrenirsin.
Gerisin; ilerlersin.
Adam yok; yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok; kazanırsın.
Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur.’
Şimdi biz yıllardır ‘Önce Ahlâk ve Manevîyat’ derken siyasi bir demeç olsun diye söylemiyorduk. Medeniyet inşa etmenin ilk adımı ahlâk ve maneviyattır. Eğer bu ilk adımı ıskalarsanız yaptığınız hiçbir şey kalıcı olmayacaktır. Nesillerini başkalarının vicdanına bırakan bir toplum bugün sarsılır, yarın çöker.
Tüm bu yaşananların temelinde kötü ekonomi, adil olmayan bir düzen vardır. AK Parti yağmagirânı ve miskin bendegânı dışında hemen herkes perişan durumdadır. Hazine ve Maliye Bakanı’nın uyguladığı ekonomi politikalarının, enflasyon üzerindeki etkisini milletimizin beklediği manada bir türlü göremiyoruz! İktidar kira ve fiyat etiketleri yerine, TÜİK’in istatistik rakamlarına müdahale ediyor! Tahminleri sürekli güncelliyor! Enflasyonu düşüremeden faiz belasını da haliyle indiremiyor!
Kredi kartlarına takla attırmaktan insanımızın iflahı kesildi. İnsanlarımız faiz sarmalı içerisine hapsedildi, deyim yerindeyse tuzlu su ile hararetini gidermeye çalışıyor. Tuzlu su hararet giderir mi? Gerisini siz düşünün. Maaş zamları yaklaşıyor. Zam oranları, ayarlı enflasyona göre mi yoksa asgari ücretle atbaşı giden kiralara veya etiket terörüne göre mi belirlenecek? Daha önce de bu ülkede ekonomik krizler oldu. Ama bu kadar uzun süren bir ekonomik kriz olmadı? Sayın Cumhurbaşkanı İstanbul'a ihanet ettik itirafına benzer şekilde yine bir itirafta bulunarak yanlış ekonomi politikası izlediklerini, nihayet geçen hafta grup toplantısında ilan etti. Küresel ve bölgesel krizleri yanlış ekonomi politikalarına sütre yaparak; ekonomiyi önce batırıyorlar sonra kurtarıcı edasıyla ortaya çıkıyorlar. Bu ekonomiyi bu hale siz getirdiniz! Milletimiz bu yaptıklarınızın farkında çünkü, milletimizin artık cambaza bakmaya bile mecali kalmadı!
ADALET EN BÜYÜK ZARARI BU İKTİDAR DÖNEMİNDE GÖRDÜ
Adaletle ilgili hiçbir sorunun gündemden düşmesine izin vermeyeceğiz, tüm sorunların yakından takipçisi olacağız. Biz bu milletin aslıyız, tarihiyiz, inancıyız diyorsak kendimize güveneceğiz, bizi istatistiğin dar çerçevesine sığdırmaya çalışanlara inat, yeni nesil siyasetle, gündemi biz belirleyeceğiz. Bizim gerçeklerle arasındaki mesafeyi; aldığı ihaleye, krediye, tahsislere, reklam ve ilanlara göre belirleyen bir medyamız yok. Böyle olunca de hak ve hakikatle aramızda mesafe yok, olmayacak da.
Türkiye son yıllarda bazen kaosa, bazen kıskaca, bazen de teröre dönüşen bir hukuk sarmalına girdi. 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası adalet sistemi, derde devadan gayrı her şeyin bulunduğu bir dehlize dönüştü. Ben öyle diyeyim siz Berat Bey’in ifadesiyle ‘at izi it izine karıştı’ şeklinde anlayın. Borsalar kuruldu, tarifeli yargı sistemine geçildi. FETÖ ile mücadele, asıl odak yerine, kıyıya-köşeye hapsedilirken, FETÖ’yü de aşarak birçok inançlı insan töhmet altında bırakıldı. Pek çok vakıf ve hayır çalışmaları bu yüzden sekteye uğratıldı. Adalet yerine, ‘kavgada yumruk sayılmaz mantığıyla’ kişisel hesapların görülmesine, iftiralara, alan açıldı. Herkes bir torbaya dolduruldu. KHK meselesi kangrene dönüştü. Maalesef bu ülkede adalet, hakkaniyet, inanç, kültür, aile, gençlik en büyük zararı, kendini güya muhafazakâr-demokrat olarak tanımlayan bu iktidar döneminde gördü. Ne adalet kaldı, ne kalkınma, ne muhafazakarlık kaldı ne demokratlık! Haktan ayrılanlara caydırıcı bir uyarı niteliğindeki kılıç metaforu, Diyanet İşleri Başkanı'nın elinde şov malzemesine dönüştü. İşte size 21. yüzyıl Türkiye’si!
DÜNYA MADENCİLER GÜNÜ
orlu şartlar altında çalışan, depremde aziz milletimizin imdadına koşarak enkaz altından insanımızın canını kurtaran, güneşe hasret kalan tüm madencilerimizin Madenciler Günü’nü kutluyorum. Bu büyük vazifeyi yerine getiren kardeşlerimiz, bugün Türkiye’de insanî çalışma şartlarına maalesef sahip değiller. ‘Bu işin fıtratında var!’ denilerek kazaları olağan karşılayan bir anlayışla kaderlerine terk edilen madencilerimiz; her an ölümle burun buruna çalışmak mecburiyetinde kalıyorlar. Soma’da, Amasra’da, Madenköy’de ve daha birçok yerde yaşanan kazalar yüzlerce kardeşimizin canına mal oldu.
Kimse kusura bakmasın! Alınganlık da yapmasın! İktidar bu ara bizim sözlerimize çok alınganlık gösteriyor. Birazdan ona da geleceğim ama şunu ifade edeyim; Tedbirlerin alınmadığı, denetimin yapılmadığı, çalışana değer verilmediği bir sistem fıtrat ile açıklanamaz. Bu fıtrat değil ihmaldir. Kaza değil, denetimsizliktir. Gelişmiş ülkelerde olmayan kazalar bu ülkede oluyorsa bunun adı iş bilmezliktir. Tam da ‘Dünya Madenciler Gününe’ yaklaşırken, Çayırhan Termik Santralinde istemediğimiz, Türkiye’ye yakışmayacak şeyler yaşandı. Öncelikle özelleştirmeye karşı, ‘Erteleme, Kandırma, Satışı İptal Et!’ talebiyle yürüyen, yer altında ve yer üstünde eylem yapan tüm kardeşlerimin yanında olduğumu beyan etmek istiyorum. Termik santrallerin özelleştirilmesi, özellikle stratejik enerji kaynaklarının, özel sektör kontrolüne geçmesi; ulusal enerji güvenliği açısından çok risklidir! Ayrıca özelleştirilen termik santrallerde, işten çıkarılmalar çok deneyimlediğimiz bir olay. Çevresel standartların düşürülmesi ise bambaşka bir konu. Bakanlık ihalenin 4 Mart 2025’e alındığını duyursa da; biz bu işin takipçisi olacağız. Dünya Madenciler günü vesilesiyle, tüm termik santral çalışanı kardeşlerime buradan selam ediyorum! Evet ihaleyi ertelediler, ama kandıramayacaklar!
BU İKTİDAR KENDİNE GÜVENİYOR MU Kİ BİZ BU İKTİDARA GÜVENELİM?
Hani ‘tüm bu yaşananları temelinde kötü ekonomi var’ dedik ya ekonominin bu hale gelmesinin en önemli nedeni de iktidarın kendi dış politikasıdır. Merak etmeyin, Sayın Cumhurbaşkanının birçok konuda dediği gibi ‘maalesef yanlış bir dış politika izledik’ demesinin eli kulağındadır. Bu iktidar döneminde sütten ağzımız o kadar yandı ki yoğurdu mecburen üfleyerek yiyoruz. Kimse bizi yanlış da anlamasın şucu bucu diye iftira da atmasın. Hiç bir konuda çekimser değiliz. Ülkeden, milletten yana duruşumuz bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da net olacaktır.
Suriye politikasını anlayabileniniz var mı mesela? 15 yıla yaklaşan iç savaş, Suriye'ye neye mâl oldu, bize neye mâl oldu? Mesela Mısır politikası? 8 yıllık inatlaşma, Mısır'a neye mâl oldu, bize neye mâl oldu? Ya da Körfez ülkelerine dönük ‘ergen tavırların’ ekonomimize maliyeti nedir? Bir de geldiğimiz nokta nedir? İktidarın, dostu Trump’la iddialaşmasının döviz kurlarına maliyeti nedir? İktidarı Kur Korumalı Mevduata mahkum eden hangi hatasıdır? Turpun büyüğünü heybede unutmayalım. Sonra şehitlerin ahını alırız Allah korusun! İktidarın İsrail Politikasını anlayanınız var mı? İsrail politikasında Sözde ne var özde ne var?
Şimdi Suriye’de neler oluyor diye sormayalım mı? Bu iktidar kendine güveniyor mu ki biz bu iktidara güvenelim? Kusura bakmayın ama Sizin iktidara gelişinizle ikinci Irak işgalinin bir ilgisi var mı şeklinde derin sorular sormak durumundayız. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bugünkü varlığını size mi yoksa Rumların Annan Planına hayır demesine mi borçluyuz? AB uyum yasalarının ailemize, kültürümüze, adaletimize, inancımıza maliyeti nedir? Biz teslimiyetçi dış politika yerine şahsiyetli dış politika diye boş yere mi söylüyoruz? Avrupa’nın neredeyse büyün liderleri sizi kendi menfaatleri doğrultusunda nasıl ikna ettiklerini anlatıyor. Siz millete dış politika güzellemeleri yapıyorsunuz. Biraz da bizim menfaatlerimize odaklanın deyince bir alınganlık alıp başını gidiyor!
28 ŞUBAT’IN MİMARLARINDAN SADECE BİR FARKINIZ VAR!
Tutuklanan gençler konusuna da değinmek istiyorum. Özellikle bizim 28 Şubat benzetmemizden sonra epey bir alınmışlar. Fakat niçin alınganlık yapılıyor anlamış değilim. Grup başkan vekiliniz cent hesabı yaparak Siyonizm’e giden akaryakıtı kabul etmedi mi? Gemiler her gün buradan kalkıp İsrail'e gitmedi mi? İl ve ilçe başkanlarınız sözde boykot yaptığınız markaların açılışını yapmadı mı? Siz bunları yaparken alıngan değilsiniz. Ama biz bunları söyleyince alınganlık yapıyorsunuz! Çünkü gerçekler size acı geliyor. Siz, sizin çizdiğiniz çerçeveler içinde boykot istiyorsunuz. Hamburger yemeyelim, kola içmeyelim ama akaryakıt gönderelim, çelik gönderelim, tel örgü gönderelim! Kusura bakmayın ama biz bu çerçeveye sığmayız. İktidara bir kez daha sesleniyorum, ya ticarete son verin ya da alınganlığınızı bir kenara bırakıp vicdan sahibi insanların sesine kulak verin. Ticareti yaparım, ses çıkaranı da tutuklarım zihniyetiyle yol yürünmez. Bu yol uçurumdur.
Bakınız, 28 Şubat zihniyeti bu yolda yürüdü ve hepimize çok şey kaybettirdi. Şimdi de sizlerde aynı yoldasınız. Ama biz bunu söyleyince buna da alınıyorsunuz. 28 Şubat sürecinde yaşananların benzeri bugün yine yaşanıyor. Taksim'de başörtülü kadını tokatlayan polisi biz ikna odalarından tanıyoruz. Anayasal haklarını kullanan gençlerimize kelepçe takanları ‘susturun bu kadını’ diyen, eleştiriye ve farklılığa tahammül etmeyen sesten tanıyoruz. Filistin için kalbi atan gençleri tutuklayan hakim ve savcıları, Vural Savaş’tan tanıyoruz. Sizin 28 Şubat'ın mimarlarından sadece bir farkınız var. O zaman kararlar askerî vesayetten mahkemelere giderdi. Şimdi saraydan mahkemelere gidiyor. Hiç alınganlık yapmayın, şu yaşadıklarınız 28 Şubat'ın daha şiddetli halidir. Oyunun kurallarını siz koymuyorsunuz. Biz bu oyununuzda olmayacağız.”