Genel Başkanvekilimiz Sabri Tekir, düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Yılın ilk yedi ayının, seçim sonrasının ise ilk iki ayının geride bırakıldığını ve üç ay sonra da Cumhuriyetimizin 100. Yılının idrak edileceğini belirten Tekir, şunları söyledi:

Çok iyi hatırlıyorsunuzdur. Seçimden önce, iktidarın sürekli tekrar ettiği bir sloganı vardı. 21. yüzyıl ‘Türkiye Yüzyılı’ olacak. Ancak, seçimlerden hemen sonra bambaşka bir süreç yaşıyoruz. Yaşadığımız bu süreçte gelişmeler şunu göstermektedir; bu yıl, zam yılı, vergi yılı ve enflasyon yılı, en önemlisi belirsizlik yılı olacak. Demokrasi tarihimizde milletimizin zihinlerine öyle kazınmış olacak. Başta ekmek olmak üzere temel gıda maddelerine gelen zamlar; enerji ve akaryakıt ürünlerine gelen zamlar; taksi ve dolmuş vb. tüm ulaşım hizmetlerine gelen zamlar; şuna zam, buna zam, ona zam… Önündeki kelime değişiyor, ardından gelen zam kelimesi ise hiç değişmiyor. Zam kavramı milletimizin üzerine çökmüş adeta bir ‘kara basan’ haline geldi maalesef.

Kamuda Tasarruf Şart

Bu kadar zam, bu kadar vergi artışı neden yapılıyor diye dönüp baktığımızda karşımıza;

Görev zararları çıkıyor; Kur Korumalı Mevduat gibi ucube bir uygulama çıkıyor; garanti verilen köprüler, yollar ve hastaneler çıkıyor; makam harcamaları, bol keseden dağıtılan seçim vaatleri ve israf çıkıyor. Daha da önemlisi kamu malı ve kamu parası harcamalarında ‘duyarlılık’ ve ‘sorumluluk’ noksanlığı çıkıyor karşımıza. Milletimize ve iktidara şunu hatırlatmak isteriz; kamuda tasarruf olmadan ne vergi yükü azalır ne de zamların arkası kesilir. Şu rakamlara hep birlikte bakalım; Merkezi Yönetim Bütçesinde 2018 yılında yıllık 178 milyon lira olan ‘baskı ve cilt gideri’, sadece dört yılda % 4973 artarak 2022 yılında 9 milyar liraya ulaşmıştır. Sadece iki kamu bankasının son üç yıllık ‘ilan ve reklam’ harcaması 1 milyar 753 milyon lira olarak gerçekleşmiştir. Cumhurbaşkanınca kullanılan eski adıyla ‘örtülü ödenek’, ya da yeni adıyla ‘gizli hizmet gideri’ 2004 yılında 307 milyon lira iken 2022 yılında 3 milyar 478 milyon lira olmuştur. Kamu Borç Stokumuz 2018 Ocak ayından 2023 Mayıs ayına kadar % 430 oranında artmıştır. Merkezi Yönetim Borç Stoku Ocak 2018-Mayıs 2023 döneminde 892,7 milyar liradan 4 trilyon 734,4 milyar liraya çıkmıştır. Başkanlık Sisteminin ardından ülkenin borç stokunda büyük bir sıçrama görülmektedir!

Dakikada 8,2 Milyon Lira Vergi Ödeyeceğiz

Muhterem arkadaşlar; Ekonomik ve mali olaylara çarpık bir bakış açısı, ya vergi veya zam dalgaları ile sonuçlanır. Nitekim bu çarpık bakış açısının yol açtığı ‘tusunami’ etkisiyle ‘ek vergilere’ ve ‘ek bütçeye’ başvurulmuş; buna rağmen yılsonunda 2023 Merkezi Yönetim Bütçesinin 1 trilyon liranın üzerinde açık vermesi beklenmektedir. Getirilen ek bütçe ve ek vergilerle birlikte millet olarak bu yıl; dakikada 8,2 milyon lira saatte 494 milyon lira, günde 11,8 milyar lira, ayda 355,8 milyar lira toplam 4 trilyon 270 milyar lira vergi ödeyeceğiz. Ödeyeceğimiz bu vergiler, iktidarın ısrarla sürdürdüğü işte bu yanlış ekonomi politikalarının ve savurgan harcamalarının bedelidir! Sözde tasarruf genelgesi var, ama savurganlık artarak devam ediyor. Lüks sevdası hiç bitmiyor. Çünkü, iktidarla özdeşleşen bürokrasi, alıştığı lüks hayatı asla terk etmek istemez. Bu da onun genetiğidir. Sözde doğalgaz çıkarılıyor, ama doğalgazdaki KDV oranı % 18’den % 20’ye yükseltiliyor. Sözde Gabar’da petrol bulundu, ama akaryakıt ürünlerinde, seçimden bugüne sadece 2 ayda % 100’e varan fiyat artışları yaşandı.

Çay Kaşığı ile Verir Gibi Yapıp Kepçeyle Geri Aldılar /Almaya Devam Ediyorlar

İktidarın söylemleri ile yaptıkları arasındaki makas her geçen gün daha çok açılıyor. Sözde fahiş fiyatlarla mücadele ettiklerini söyleyenler, en fahiş vergi zamlarını yine kendileri yapıyorlar. Sözde faize karşı olduklarını söyleyenler, hem faiz oranlarını insafsızca yükseltiyorlar hem de faizci rantiye kesimine ödenen miktarı sürekli artırıyorlar. Unutulan nass hükümleri ise hala bir tarafta duruyor. Sözde IMF’den kurtulduk diye algı politikası uygulayanlar, IMF’den daha beter, daha acı reçeteler uyguluyorlar. Uyguladıkları yanlış ve verimsiz politikaların bütün yükünü de dar gelirlinin sırtına yükleyerek. Bu arada, sözde ‘enflasyonun boynu’ da seçimden sonra kırılacaktı; ancak enflasyon yeniden şahlandı, isabetsiz politikalarla daha da palazlanan enflasyonun boynunun kırılması daha da güç hale getirildi. Sonuçta Merkez Bankası enflasyon tahminlerini ‘güncelledi’, şimdilik % 61 olarak tespit etti. Yarın nasıl bir tespitte bulunacağını hep birlikte göreceğiz. Yapılan ve insafla bağdaşmayan akaryakıt zamlarının maliyet etkilerinin ne kadar olacağı ise henüz belli değildir.  Başta enflasyon olmak üzere ekonomide 2023 öngörülerinin hiçbiri tutmayınca, şimdilerde artık iyileşme için 2025 ve sonrası işaret edilmeye başlandı. Sözde asgari ücretli enflasyona ezdirilmeyecekti, ama gerçekte ücretlere yapılan zam daha eline geçmeden eriyor, enflasyon buldozeri tarafından ezilen asgari ücretliler ve emekliler, açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veriyorlar. Sözde memura, işçiye, emekliye zam verdiler; özde ise çay kaşığı ile verir gibi yapıp adeta kepçeyle geri aldılar.

Asgari Ücret Yine Açlık Sınırının Altında Kaldı

Genel Başkanımız Karamollaoğlu: Dili Filistin'den Gönlü ve İcraatları İsrail'den Yana Olanların İhanetini Unutmayacağız! Genel Başkanımız Karamollaoğlu: Dili Filistin'den Gönlü ve İcraatları İsrail'den Yana Olanların İhanetini Unutmayacağız!

TÜRK-İŞ’in açıkladığı son verilere göre; açlık sınırı 11 bin 658 Liraya yükseldi ve yeni asgari ücret bu sınırın çok altında kaldı. Yoksulluk sınırı ise 38 bin liraya dayandı. Hemen hemen tüm çalışanların % 90’ından fazlası bu haliyle yoksulluk sınırının altında bir ücrete mahkum edilmiş durumda. Reva mıdır diye sorulsa, yanlış mı olacaktır? İşte şimdilerde milyonlarca memur ve memur emeklimizin toplu sözleşme süreci başladı. Kira fiyatları ortada, çarşı-pazarın durumu ortada! Yani, durum gayet açık ve net. Durumu vatandaşlarımızın takdirlerine bırakıyorum. İktidar ve sendikalar müzakere sürecinde bu gerçekleri mutlaka göz önünde bulundurmalıdır. Milyonlarca insan adına imzalayacakları toplu sözleşme bu gerçeklere uygun olmalıdır. Maaşın yanında ek ödemeler de muhakkak gündeme gelmelidir. Saadet Partisi olarak, kira yardımı konusunun mevcut şartlar altında sözleşmede mutlaka yer alması gerektiğini düşünüyor ve bunu taraflara şimdiden teklif ediyoruz. Söz gelimi, büyükşehirlerde 8 ila 10 bin, diğer şehirlerimizde ise 5-6 bin lira kira yardımı muhakkak verilmelidir. İstanbul’da 15 bin liranın, Ankara’da ise 10 bin liranın altında kiralık evin kalmadığını sağır sultan bile duymuştur. Memur maaşı ise ortalama 25 bin lira! Kirayı ödedikten sonra bu insanlar nasıl geçinecekler, ne yiyip ne içecekler? İktidar, olayın bu boyutuna yabancı kalmayı tercih ediyor.

Sokaklar Güvensiz, İnsanımız ise Endişeli, Tedirgin ve Karamsar

Kötü ekonomi yönetimi artık toplumun huzur ve barışını da bozar hale gelmiştir. Her gün bir başka yerden ev sahibi-kiracı tartışması, alacak verecek kavgası haberlerini duyuyoruz, okuyoruz. Yanlış ekonomi politikalarına bir de yanlış güvenlik politikaları eklenince, ülkemizde hiç kimse kendisini güvende hissedemez hale geldi. Boşuna dememişler enflasyon her türlü ahlaksızlığın, mal ve can güvenliği riskinin kaynağıdır diye. Ülkemizde yaşanan manzara ortada. Ekonomik ve siyasi istikrarın sağlanması, toplumsal huzurun en önemli şartıdır. Bu güveni telkin edecek, bu konuda gerekli tedbirleri alacak siyasi iktidarın kendisidir. Sorumluluk ona düşmektedir. Yanlış dış politika, ardından hatalı göç politikası ve üstüne bir de yanlış iç güvenlik politikaları eklenince sokaklar güvensiz hale gelmiştir. İnsanımız da endişelidir, tedirgindir. Ülkede gittikçe artan bir karamsarlık havası oluşmaktadır. Sormak gerekiyor: Bugün ülkemizde kaç kişinin silah ruhsatı vardır? Bu ruhsatlar hangi dönemlerde verilmiştir? Daha vahim olanı ise ruhsatsız olanlarda… İktidarın elinde ülkede toplamda kaç adet ruhsatsız silah bulunduğuna dair bir çalışma, bir veri var mıdır? Veya bu konuda ne tür tedbirler alınmaktadır? Bu da bilinmemektedir. Siyaset, mafya ve uyuşturucu kelimeleri son yıllarda neden sürekli olarak aynı cümleler, aynı haberler içinde birlikte zikredilmektedir? Halkımız bunun üzerinde düşünmelidir. İktidar da gerekli tedbirleri almalıdır.

Özgürlük mü, Güvenlik mi?

Biz Milli Görüş Hareketi olarak ilk adımımızı ‘Önce Ahlak ve Maneviyat’ diyerek atmış bir siyasi hareketiz. Yarım asrı aşkın bir süredir ahlaki ve manevi değerlerimizin önemini her daim vurguluyoruz. Bugün yaşadığımız problemlerin temelinde, yine ahlaki ve manevi değerlerimizin tahrip edilmesi yatmaktadır. Maalesef en tepeden en alt kademelere varıncaya dek bir bozulmuşluk, bir kokuşmuşluk söz konusu.. Rüşvet ve yolsuzluk adeta kanıksanmış, uyuşturucu meselesi bir kangrene dönüşmüş, mafyalar ülkemizde cirit atar hale gelmiştir. Veya bir takım mihraklar tarafından bilinçli şekilde bu hale getirilmiştir. Kadim tartışmalardan birisi de; ‘Özgürlük mü, Güvenlik mi?’ sorusudur. Sürekli tartışılır, iktidarlar genelde özgürlük alanlarını kısıtlamak için güvenliğe ağırlık verdikleri bahanesine sığınırlar. Aslında biri diğerinin zıddı değildir; bunlar biri diğerinin varlığını gerektiren, birbirine güç veren iki husustur. Yani, hem özgürlük hem güvenlik mümkündür ve böyle de olmalıdır. Gelişmiş ülkeler bunu sağlayabilmektedirler. Ancak son yıllarda ülkemizde hem özgürlükler alanında hem de güvenlik konusunda gözle görülür ve endişe verici bir gerileme söz konusu. Bir taraftan özgürlükler sürekli kısıtlanırken, diğer taraftan insanımızdaki güven bunalımı her geçen gün daha da derinleşmektedir.

Saadet Partisi Çalışmalarına Ara Vermeden Kararlılıkla Devam Etmektedir

İktidar, en ufak bir eleştiriye dahi tahammül edemezken, en cılız sesle dile getirilen hak taleplerini en sert şekilde sustururken, köyünü, ağaçlarını koruyan insanlara TOMA’larla, biber gazıyla en ağır şekilde müdahale ederken; diğer tarafta belinde silah, elinde uyuşturucu paketleri olan gruplar elini kolunu sallayarak sokaklarda, aramızda gezer hale gelmektedir. Bunlar konuşulmasın diye de her gün başka sunî gündemler ortaya atılmaya, oluşturulmaya çalışılmaktadır. İktidarıyla muhalefetiyle bunlara beraberce çözüm üretmesi gereken TBMM ise tüm ısrarlara rağmen tatil edilmektedir. Ama işte biz burada, milletimizin problemlerini ve bunlara dair çözüm tekliflerimizi dile getirmeye devam ediyoruz ve getirmeye de devam edeceğiz. Genel Merkezimiz, il ve ilçe başkanlıklarımız tatilsiz, aralıksız çalışmalarına devam etmektedir. Saadet Partisi, Meclis Grubu başta olmak üzere, tüm kadrolarıyla her zaman ve her zeminde insanımızın derdine derman olacak çalışmaları yapmaya kararlılıkla devam edecektir! Nitekim, Saadet Partisi Grubu başta olmak üzere muhalefet Partileri tarafından, Akbelen’deki olayları görüşmek üzere TBMM’nin 8 Ağustos’ta ‘Olağanüstü Toplantıya’ davet edilmesini bu duyarlılık çerçevesinde değerlendiriyoruz.

Problemlerimiz Bütüncül Bir Yaklaşımla Ele Alınmalıdır

Ülkemizin problemleri bir bütündür. Dolayısıyla çözümler de bütüncül bir yaklaşımla ele alınmalıdır. İlk adım; ‘Önce Ahlak ve Maneviyat’ olmalıdır. Siyasi hayatımızdan iş ve toplum hayatımıza varıncaya dek her sahada ahlaki ve manevi değerlerimiz esas alınmalıdır. Toplumsal ahlak ve sorumluluk bilincini geliştirmemiz ve yerleştirmemiz gerekmektedir. Ardından ‘Üretim ve İstihdam Odaklı’ yatırımlara öncelik verilmeli; en önemli kaynağımız olan insan kaynağımız başta olmak üzere kaynaklarımızın israfına bir an evvel son verilmelidir. Gençlerimizi işsiz bırakan hatalı eğitim ve ekonomi anlayışı son bulmalı; ülkemiz genelinde ‘Hızlı ve Yaygın Kalkınma Hamleleri’ başlatılmalı, ‘Nitelikli Eğitim’e ağırlık verilmelidir. Tarım ve hayvancılık, acilen bir ‘milli güvenlik meselesi’ olarak ele alınmalı; üreticimiz, çiftçimiz,  besicimiz mutlaka desteklenmelidir. Maliyet artışları altında ezilmesine engel olunmalıdır. Savunma sanayimiz başta olmak üzere, Ar-Ge ve teknoloji yatırımlarına hız verilmeli; ülkemize her alanda tam bağımsızlığını kazandıracak adımlar süratle atılmalıdır. Tüm bunları gerçekleştirebilmek için kuşkusuz ehliyet ve liyakat sahibi insanlarımızın önünün açılması gerekir; partizanlığa, adam kayırmaya derhal son verilmesi gerekir. Unutulmamalıdır ki, yoksulluğu bitirebilmenin ilk şartı yolsuzlukların kökünü kazımaktır! Bu da ehliyet ve liyakat sahibi kadrolarla olur. Herkes bilir ki, bir yerde yoksulluk hızla artış gösteriyorsa, orada ‘sistematik bir yolsuzluk düzeni’ hakimdir ve siyasetle özdeşleşen bir yönü vardır. Bu böyledir! Tarih boyunca da böyle olmuştur. Ülkemizde dünden bugüne yaşananlar da böyledir. Yarın da böyle olacaktır.  Şeffaflık ve denetim, devlet yönetiminin en vazgeçilmez ilkesidir. Öyle de olmalıdır. İnsanımızın alın terini gasp eden düzenler mutlaka değişmelidir. Değişmediği takdirde toplumsal düzen sürdürülemez hale gelir. Ama Allah’ın izniyle değişecektir. Değişmesi gerekir.  ‘Yaşanabilir ve Yeniden Büyük Türkiye’yi inşa etmenin yolu işte buralardan geçmektedir. Ardından ‘Şahsiyetli Bir Dış Politika’ gelir ki o da ‘Adil ve Yeni Bir Dünya’nın kurulabilmesi için gerekmektedir. Saadet Partisi olarak bizler, her zaman iktidarı ve sorumluları uyardık, bugün de uyarıyoruz. Yarın da uyarmaya devam edeceğiz. İnsanımızın haklı talep ve beklentilerinin destekçisi, verilen sözlerin, yapılan işlerin doğru, verimli ve gerekli olup olmadığının takipçisi olmaya devam edeceğiz.

Editör: Saadet Gündem